Doğanın torbasındaki fırtınalar birer birer tükenmeye başlayınca, cemreler düşer. Yalnızca doğaya değil, kadınların yüreğine de düşer.
Yürekler ısınır, dayanışma artar. Barış en çok bu günlerde gülümser, umutlanır. İşte o zaman kadınlar, el ele sokağa fırlar, en güçlü sesleriyle haykırır, “Bugün ben de varım, dün de vardım, yarın da var olacağım” diye. Neden bu derece öfkelidir kadınlar, bardağı taşıran son damla ne zaman düşmüş diye bakacak olursak, gördüklerimiz bizi de öfkelendirir, kadınların yanına koşmamızı, ellerini yakalayıp birlikte haykırmamızı sağlar.
8 Mart 1857’de New York kentinde 40.000 dokuma işçisi, daha iyi çalışma koşulları istemiyle greve gider. Polis işçilere saldırır. İşçiler, fabrikaya kilitlenir. O sırada yangın çıkarılır, işçiler fabrikadan çıkamaz, barikatları aşamaz ve 129 işçi yanarak ölür. Ölenlerin çoğu kadındır. Cenaze törenine 10.000’den fazla kişi katılır.
Ülkemizde de kadın işçiler yanarak, suda boğularak can verdiler. Onları hiç bir zaman unutmayacağız. Öyle ya da böyle kadınlar hâlâ erkek eliyle öldürülmeye, öldürenlerin cezaları bir şekilde indirilmeye, tutuksuz yargılanmaya devam ediyor. Kadının yeri “Ev içi” olarak tarif edilerek, uyanmaya çalışan kadınlar pasifleştiriliyor. “Üç- beş çocuk doğur, senin işin hazır” deniyor. 4+4+4 sistemiyle 136.000 çocuk 4 yıl bitti diye eğitimden çekip alındı. Bu çocuklar geleceğin çocuk gelinleridir. Şiddet ortamında yaşamı söndürülecek kadınlar olacaklardır. Çünkü artık nasıl yaşayacağı başkalarının insafına kalmıştır. Haklarını öğrenme yaşı gelmeden yani gözü açılmadan, sosyal yaşama katılamadan eğitimden uzaklaştırılmıştır. Oysa ülkemizde şiddetin ve kadın cinayetlerinin arttığı bu zamanda kadının eğitimine çok ihtiyaç vardır.
26-27 Ağustos 1910’da Danimarka- Kopenhag’da 2. Enternasyonal’e bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı), Alman Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden, Clara Zetkin, yanan işçi kadınların anısının “Dünya Kadınlar Günü” olarak yaşatılmasını önerir. Oy birliğiyle kabul edilir. İlk yıllarda belli bir tarih saptanamaz, ilkbaharda kutlanır. Tarihin 8 Mart olarak kutlanması, 1921’de Moskova’da 3. Enternasyonal Kadın Konferansı’nda kararlaştırılır. 1. ve 2. dünya savaşlarında bazı ülkelerde kutlamalar yasaklanır. 1960lı yılların sonunda ABD’de 8 Mart kutlamaları yapılmaya başlanır. 16 Aralık 1977’de 8 Mart “Dünya Kadınlar Günü” olarak yaygınlaşır.
Türkiye’de ise ilk kez 1921’de “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanır. 1975’te sokağa taşınır ve “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanır. “1975 kadın Yılı Konferansı” gerçekleştirilir. 12 Eylül 1980’den sonra 4 yıl kutlanamaz. 1984’te tekrar 8 Mart etkinlikleri başlar.
Antalya’ya bakacak olursak, 1997 – 8 Martında 2000 kadın yürür, çok etkileyici ve dayanışma içinde bir miting düzenlenir. Ondan sonra yine bölük pörçük toplanılır. O günkü birliktelik sağlanamasa da 14 Şubat 2013 günü yine bu ruhun hazır olduğunu gördük. İki bin kadar kadın birlikte, Cumhuriyet Meydanı’nda dans etti, halay çekti, haykırdı. “Öldüren sevginizi istemiyoruz! Kadın cinayetlerine son!…” gibi sloganlar attılar. “Kadınlar vardır, Kadınlar her yerde..” diye şarkılar söylediler.
Yıllardır 8 Mart’ı her alandan, her düşünceden kadınlarla birlikte kutlama düşü kurarız, ama sonunda yine parçalanırız. Çünkü ezber bozmak zordur. Kadınlar eninde sonunda bu ezberi bozacaklar. Bozmak zorundalar. Eril sistemin biz kadınların kafasına yazdıklarını bir gün mutlaka sileceğiz, el ele kol kola hep birlikte haykıracağız, “Kadınlar vardır” diye.
Birlikte yürümek için emek verenlerin emeğine sağlık. Ayrı ayrı ya da birlikte Önemli olan gerçekleri korkmadan dile getirebilmek diyelim, ama ben birlikte olmamızdan yanayım. Güç birlikten doğmaz mı? Kadının insan hakkına kavuşabilmesi, eşit haklarla yaşayabilmesi için birlikte dayanışma içinde olmak durumunda değil miyiz?.
Bakın uzaklardaki hemcinslerimiz el ele verebilmiş, dayanışma içine çoktan girebilmişler. 1912’de ABD’nin Massachusettes eyaletinde bir tekstil fabrikasında, 20.000 işçi kadın haftalık ücretlerindeki azalmayı protesto için greve gitmiş. Grevde bir grup kadın “Hem ekmek, hem gül istiyoruz” yazılı bir pankart açmış. Bu pankart James Oppenheim’in “Ekmek ve Gül” şiirine ilham olmuş. Şiir birçok ülkenin diline çevrilmiş. Şair Metin Demirtaş da bu şiiri dilimize kazandırmış.
EKEMEK VE GÜL
En zorlu iş, en ağır emek,
Ve çalışmak doğuştan mezara dek,
Bu böyle sürüp gitsin istemiyoruz.
Yaşamak için ekmek, ruhumuz için gül istiyoruz.
Yürüyoruz, yürüyoruz, yürüyoruz yan yana ve güzel günler adına.
Kadınız, insanız, insanlığı ayağa kaldırıyoruz.
Paydos bundan böyle, köleliğe, aylaklığa.
Herkes çalışsın, bölüşsün kardeşçe yaşamın sunduklarını.
İşte bunun için yükseliyor, yüreklerimizden.
Bu ekmek ve gül türküsü.
Ekmek ve gül, ekmek ve gül.
“Ezilenler, yenikler ağıt yakmaya çok yatkındır. Yurdumuz ve dünya böylesi anma günleriyle doludur. Belki biraz da bu nedenledir ki, hep haklı olduğumuz halde yenilmişlerin tarihteki acı öykülerini okuruz. Bir kölenin boynundaki demir halkayı çıkararak onu özgür kılmayı çok isteriz. Fakat bir köleyi özgürleştirmek için, onun boynundaki zinciri görür, kafasının içindeki kilidi göremeyiz. ‘Gerçek köleler, kendini özgür sananlardır.’ İnsanlar, kafasının içindeki sınırları, telörgüleri yıkmadıkça geniş anlamda özgür olamaz. Daha kötüsü başkalarının özgür olmasına da yardımcı olamaz.”
Kadınlar, “Bu gün kutlama günü değil, bu kadar insanın öldüğü gün kutlanmaz” diyorlar. Ölen kardeşlerimiz, daha güzel günler için öldüler. Bize yas tutturmak için değil. O nedenle biz kadınlar, yas değil, mücadele etmek, dayanışmak için el eleyiz. Kutlamaktan, uyanmış olmaktan, uyanacakları uyandırmaktan korkmayalım. Halay çekerek, haykırarak, barış, kardeşlik türküleri söyleyerek yürüyelim. Güçlü olmamız, yaşama gülümseyebilmemiz, bu uğurda ölenlerin rahat uyumasını sağlayacaktır.
8 Mart kadının insan hakları mücadele günü kutlu olsun!