Farklı yaşamak, yaşam boyu yokuşa tırmanmaktır.

Farklı olmanın ilk tanıklığını, köyümün Gök Ayşe’sinden anımsıyorum. Köyde herkes kara ya da kahverengi gözlüyken, onun masmavi gözleri, pembe bir teni vardı. Oldukça güzel ve güler yüzlüydü. Gel gör ki, köylü onun gözlerinden korku duyar ve dışlardı. O kadar ki, evinin önünden geçmemek için yollarını uzatanların sayısı hiç de az değildi. Zavallı Gök Ayşe, her geçenle sohbet etmek ister, ama bunu çok az başarabilirdi. Biz çocuklar, ne zaman onun evinin önünden geçsek, başımız ağrır, okuyup üflediklerinde geçerdi. Tabi bu okuyup üfleme sırasında, sebep olan Gök Ayşe’ye küfrün bini bir paraydı. Ta o zaman anlamıştım sürüden ayrılmanın yolunun hep yokuş olduğunu.

Yıllar geçti, bu konuda değişim oldukça az oldu. Yine farklı olan bedel ödüyor. Yine insanı seven yokuşa sürülüyor. İnsanlar, başkalarına sorarak evlenir, onların istediği sayıda çocuk yaparsa, sesini çıkarmadan çalışır, ne verilirse onunla yetinirse sorun yok. Ama sesini çıkarır, insan olmanın gereğini yapmaya kalkarsa vay haline.

Oysa insan hayvan değil ki, sadece çiftleşmek için evlensin. Aynı dilde değil de aynı dili konuşmak istemesin. Kendisine verilen, bir kereye mahsus yaşamdan oldukça keyif alarak yaşamasın. Bütün bunların hepsini hak eder insan oğlu-kızı. Keyifle, türkü tadında yaşamak, üretmek, paylaşmak ister insan olan. Bunu ne şekilde yapacağı da sadece kendini ilgilendirir. Böyle bakınca yaşama, hiç de kötü değil istenenler. Ama bir de yaşamın gerçeği var ki, teoriyle hiç mi hiç barışmaz. Kör karanlığa çevirir yüzünü, cehaletle kol kola girer ve hiç acımadan cana kıyar.

Dünyanın var oluşundan beri, hatta bazı hayvan türlerinde de eşcinsellik vardır. Yusufçuk böceğinin cinsiyetinin olmadığı bilinir. (Son yıllarda herkesin boynunda yusufçuk kolyesinin olması acaba bundan mıdır?) Hayvanlar bunu sorun etmez. Kimin nasıl yaşadığı, kendini ilgilendirir. Ama insanlarda en büyük sorun farklılıktır. Sürüden ol, ne yaparsan yap, ama farklı olursan, ölümlerden ölüm beğen. Çok değil, birazcık düşünen insan için bu büyük bir çelişki değil midir? Ülkemizde ve dünyada LGBTİ üyelerinin can güvenliği yoktur. Bazı ülkeler bunun yasalarını ve alt yapısını hazırladı ve başardı. Bizde ise hâlâ bir tabu, hem de öldüresiye. Her zaman kendime sorarım, bu insanlarla birlikte olanlarla öldürmek isteyenler aynı insanlar mı? diye. Bir çok yerde örnek vermiştim belki tekrar olacak, ama Konfüçyüs der ki “Öfkelendiğiniz şeye dikkat edin, o sizde olandır.” Acaba içinde eşcinsellik olanlar, dışa vuramayıp vurabilene, yaşayabilene karşı daha bir öfkeli olabilirler mi? Öyle değilse, sana ne kardeşim, başkasının kimi, neyi seveceği? Sen git istediğin gibi yaşa! Herkes de istediği gibi yaşasın! Yeter ki, başkasına zarar vermeye kalkmasın. Özgürlüğünü kendi sınırları içinde kullansın, başkasının sınırını da bilsin.

Ülkenin her yerinde olduğu gibi, Antalya’da da LGBTİ üyelerinin zaman zaman canına kıyıldı. Hem de öyle vahşice yapıldı ki, insan olmaktan utanç duyacak kadar. Bu denli öfkenin sebebi ne ola ki? İnsan korktuğuna saldırmaz mı? Korkan insan saldırgan olmaz mı? Bu soruları daha sıralayarak, saldırganların ruhlarında benzer isteklerin olduğunu düşünebiliriz. Kendisine yapılan baskının onu saldırgan yapmış olabileceğini varsayabiliriz. Ama ne olursa olsun, bu denli vahşeti bağışlayacak hiç bir neden olamaz. Bu sorunları sadece insanların içinde yaşadığı ruh sıkıntılarına bağlamak da yanlış olur. Bu konu aynı zamanda devletin politikasının gereğidir. Devlet insanların cinsel yönelimleri, inançları, dilleri, düşünceleri ne olursa olsun, onlara eşit uzaklıkta ve yakınlıkta olmak, onların yaşam hakkını korumak, savunmak,bu konuda gereğini yapmak zorundadır. Kaldı ki, son yıllarda devlet görevlileri, nefret aşılamak, şiddeti tırmandırmak, sürekli gergin ve mutsuz bir toplum yaratmak çabasına girdi. Söz dinlemeyen yaramaz bir çocuk gibi davranıyorlar. Oysa bir bahçede her türlü çiçeğin olması gerekir. Tek renk her zaman için bıkkınlık verir, soluk bir yaşam sunar. Oysa yaşam keyifli olursa tat verir. “Yaşamak,aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür.” Bu anların değerini bilmeli, ama en çok da başkasının sınırından atlamamalı. İnsan olmak bunu gerektirmez mi?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here