Onu yirmi beş yıldır tanırım. Sırtındaki kitap yüklü çantasıyla bir atom karıncadır. Antalya’nın sıcağında bir bakarsınız en batıda limandadır. Bir saat sonra da onu Antalya’nın doğu yakasında görürsünüz. Bir kültür taşıyıcısıdır Hasan Göztepe. Bir yandan ekonomik anlamda yaşam mücadelesi verirken, diğer yandan da sevginin, barışın elçiliğini yapmaktadır. Şimdi onunla yazma ve yazdıklarını paylaşma serüveni üzerine konuşacağız.

Önce sizi tanımak isteriz. Kimsiniz? Ne’siniz? Ne yapıyorsunuz? Yaşamdan ne bekliyorsunuz?

Sivas’ın Akpınar Köyü’nde doğdum. İlk yirmi bir yılı Alanya olmak üzere kırk sekiz yıldır Antalya’dayım. Ülkemin her tarafını seviyorum ama ‘ana yurdum’ olan çocukluğumun geçtiği köyümün de izlerini taşıyorum. Sınıf öğretmenliğinden emekli oldum ama ‘eğitimci’ olmaktan emekli olamadım, olamayacağım da.

Yaşamdan beklentiye gelince! Yaşamdan bir şeyler beklemenin doğru olmadığını, beklentinin insanı edilgenliğe ittiğini; tam tersine yaşama bir şeyler vermenin doğru olduğunu düşünüyorum.

Yazmak nasıl bir şeydir? Nasıl ve ne zaman yazmaya başladınız?

Yazmak bir başladınız mı sizi içten içe zorlayan içsel bir dürtü. Zembereğin kurulması ve saatin çalışması gibi bir şey. Eğer antenlerinizi açıp yaşananları görmek ve duymak istiyorsanız olaylar sizi sürekli kuruyor, dolduruyor. Sonra da yazarak o zembereği boşaltmak gereksinimi doğuyor. Bunu söylerken de yazmayı bir boşaltım unsuru ve bireysel bir doyum aracı olarak gördüğümü söylemek istemiyorum. Daha başka türlü ifade etmem gerekirse yazmak kişinin kendisi ile sessizce konuşması, sonra bu sessiz konuşmayı diğer insanlarla paylaşması gibi bir şey. Yani yazmak insanın kendisine sığınmak istemesi gibi bir şey.

Aslında yazmak öğretmen okulu yıllarımdan, 1968’den beri idealimdi. Bir kenara hep bir şeyler not ediyordum. Düşündüm ki oraya yazılanların yalnızca bana faydası olur. Sobanın içini odunla doldursanız ne işe yarar? Onu ateşlemek gerekir. İşte yazılanları kitap haline getirmek de sobayı ateşlemek gibi, onları gün ışığına çıkarmak gibi bir şey.

İşte bu duyguyla 2008’de yazmaya başladım. Ama geç kaldım.

Serbest ölçüdeki şiirlerimi Şimdi Umut Zamanı; aforizma tarzındaki dörtlükleri Çığlık, Şarabi; halk şiiri olarak yazdıklarımı önce Sen Olmayınca, İnsansız Olmaz; yenilerini de ekleyerek yıllar sonra Keşke adıyla bastırdım. Elli yıldır derlediğim, her biri benim için yaşam kılavuzu olan güzel sözleri Ekmek Arası, Yastık Altı, Baş Ucu; Göz Önü, Sözün Özü adıyla kitap haline getirdim.

Alanya’daki köy öğretmenliği günlerimi Yumurta Parası adını vererek bastırdım. En son da öğretmen okulundaki öğrencilik anılarımızın, TÖS Boykotunun, Köy Enstitülerinin yer aldığı  Pamukpınar Yolcuları’nı geliştirerek ikinci baskısını yaptım.

Kitaplarınızın Ubuntu Yayınları’ndan çıktığını görüyoruz. Ne demektir Ubuntu? Neden orada bastırdınız?

Ubuntu Yayınları, yıllardır Antalya’da yayın yapan Radyo Akdeniz’in sahibi Faruk Demirel’in kurumu. Ubuntu ise bir Afrika felsefesi. Bizim imece anlayışına benziyor. Yani ‘Ben yok, biz var. Biz var isek ben varım’ diye özetlenecek bir yaşam anlayışı. Bunu kitapta biraz daha ayrıntılı yazdım. Oradan okunmasını öneririm.

Ubuntu Yayınları yeni bir oluşum. Faruk Demirel de yazan bir insan. Bana da yardımcı oluyor. Ubuntu’ya dahil olmak, dayanışma içinde olmak için kitaplarım orada yayımlandı.

İkinci baskısını yaptığınız Pamukpınar Yolcuları’ndan söz eder misiniz?

Elbette. Pamukpınar, Sivas İli Yıldızeli İlçesi’nin beş kilometre kuzeyinde Tokat yolu üzerinde, Çamıbel’e yakın bir Öğretmen Okulu’ydu. Bu okulda Tokat, Sivas ve Erzincan’dan gelen ve ilkokul beşinci sınıfı bitiren öğrenciler yatılı olarak okurdu. O zamanlar iki sınavın ikisini de kazananlar orada okumaya hak kazanırdı.

Pamukpınar, 1941 yılında 400 dönüm arazi üzerine Köy Enstitüsü olarak açılmış. Zaman içinde, özellikle Tarım Öğretmeni Ziraat Ömer de denilen Ömer Yurdugül’ün öncülüğünde diğer öğretmenlerin ve öğrencilerin emekleriyle, bozkırın ortasında bir vaha yaratılmış.

Derslikleri, yemekhanesi, iki yatakhanesi, elma ve armut bahçeleri, hamamı, reviri, yaklaşık beş bin kitaptan oluşan kütüphanesi; iş, resim ve müzik atölyesi, öğretmen ve öğrenci lökali, lojmanları, şeker pancarı tarlaları, tavuktan büyük baş hayvana varıncaya dek hayvanların beslendiği ahırları ile Pamukpınar yaşam üreten bir büyük atölyeydi.

1966 – 1972 yılları arasında orada okudum. O yıllarda 800 kadar öğretmen adayı öğrenci vardı. Manastır gibiydi. Yalnızca erkek öğrencilerden oluşuyordu. Ne olduğumuzu anlayamadan bir de gördük ki altı yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş. Çocukluğumuzu, farkında bile olamadan yaşamış olduğumuz ergenliğimizi orada bırakmışız. Sorumluluk  duygusu yüksek bireyler olarak memleketimizi ve dünyayı kurtarmaya soyunmuşuz.

 Pamukpınar İlköğretmen Okulu’nda aldığımız eğitim bizde öyle unutulmaz izler bırakmış ki elli yıl sonra bile birbirimizi arayıp bulma çabası içindeyiz. WhatsApp gurubu oluşturduk. Zaman zaman İstanbul’da öğretmenlerimizle bir araya geliyoruz. Anılarımızı konuşuyouz. Bağlama eşliğinde tüküler söylüyoruz.

İşte Pamukpınar Yolcuları adlı kitap da bu anılardan ve o günlerin ‘hoş seda’larından oluştu.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here