
“Bir devlet, kendisine karşı çıkanı ve yaşayanı ne kadar koruyabilirse o kadar güçlüdür.” (Paul Walery)
……………………………………………
Hani Anadolu insanı “Kaymakam olmuşsun amma adam olamamışsın” diye bir örnek olay söyler ya; işte Yavuz Bingöl’ün durumu da öyle bir şey. Oysa biz sanatçı olmayı kaymakam veya vali olmaktan çok daha adam olmak olarak bilirdik. Öyle olması da gerekir. Hatta Mustafa Kemal, “Her şey olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı bile olabilirsiniz, ama sanatçı olamazsınız” diyerek bunu özellikle vurgulamıştır.
Baba veya anne olmak, birlikte olarak dünyaya bir veya birkaç evlat getirmekten ibaret değil. Şehvete kapılan ve kısır olmayan, bedensel olarak olgunluğa ulaşmış, tecavüze uğrayan veya tecavüz eden herkes, doğurma ve doğurtma işini başarabilir. Asıl olması gereken, o insan yavrusunu dünyaya getirdikten sonra, korumak, kollamak ve her bakımdan gelişmesine yardımcı olmaktır. Diğer yandan, sosyolojik anne-baba olmanın, empati yapabilmenin, ana-babaların acısını anlamanın; biyolojik anne ve baba olmaktan çok daha önemli olduğunu bilmek gerekir.
Biz aklı başında olan; heyecanına kapılmayan ve galeyana gelmeyen insanlar olarak, kötülemek istediğimiz insanları ve gerçekten kötü olanları bile, eril dilini kullanarak, kadın üzerinden kötülemeyi doğru bulmadık. Yani hiç kimseye, örneğin “orospu çocuğu” demedik. Gezi Direnişi’nin çok yoğun yaşandığı o ortamda, işin doğası gereği iradesi olmayan, cadde ve sokaklarda, meydanlarda bir sel gibi akan kitlenin bile bu sözcükleri kullanmasını istemedik. Belli yaşa gelmiş, eğitim almış, devlet kurumlarında bir yere gelmiş her insanın, -topluma zarar veriyor olsa bile- sorumluluğun anasına değil kendisine ait olduğuna inandık. Bu nedenle, Gezi Direnişi’nin dorukta olduğu günlerde bile ağzından böyle sözler çıkanları uyardık. Ama diğer yandan da, Gezi Direnişi’nde kaybettiğimiz genç fidanlar için, o zamanki başbakan Tayyip Erdoğan’ın ” O emri ben verdim” demesini; Berkin’in annesini meydanlarda “yuh”latmasını, hem “devlet adam”lığına; hem babalığa yakıştıramadık. Birey olarak iradi davranmasını; “velev ki” o çocuklar suç işlemiş olsalar bile, ana-babaların acılarının anlaşılmasını bekledik. O zaman, toplumun bir kısmı olarak daha iyi anladık ki, Tayyip Erdoğan’da “babalık” duygusu ve “devlet adamlığı” özelliği yok. Gördük ki O, yalnızca biyolojik baba. Yalnızca çocuklarının babası. Devlet adamı olarak da, eline geçirdiği sopayı, kendisine karşı olan ve vergi veren halkın sırtında, ya sopa kırılıncaya; ya da halkın beli kırılıncaya kadar vurmaya kararlı.
…………………………………………………………………
1970’li yıllarda, Ankara Belediye Başkanı olan Vedat Dalokay(*), MHP’nin aldığı oyları dikkate alarak şöyle bir şey söylemişti:
“Halktan bir buçuk milyon oy alan bir parti, faşist bir parti olamaz.”
Bir partiyi niteliğine değil de, aldığı oy sayısına bakarak değerlendirmesine kızan Can Yücel ise, Yeni Ortam gazetesindeki köşesinde Dalokay’a şöyle bir yanıt vermişti:
“Halktan bir buçuk milyon oy alan MHP faşist bir parti değildir diyen Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay intihar etmiştir. Ölen ölür, kalan sollar bizimdir.”
Yavuz Bingöl intihar etmiştir; kalan sollar bizimdir.
………………………………………………………
(*) Aynı Vedat Dalokay, bu sözünden birkaç yıl önce, yine Ankara Belediye Başkanı’yken, İspanya Hükümeti’nin 5 genci idama mahkum etmesi karşısında, -ki İspanya’da idam cezası boynu mengene ile kırılarak yerine getiriliyordu- İspanya Büyük Elçiliği’nin elektrik ve suyunu kesmişti.