10. 10.2015’te barışa bomba attılar, kuşlar birden havalandı.

“BARIŞ” diye haykıranları öldürdüler. Kuşlar ivedilikle uzaklaştı, “Bu ülkede kalmayın, burası çok tehlikeli” diyerek. Ölenleri sayı olarak belirlemeye başladı haber kanalları, 130 dedi kriz masası, 10 kişi de Antalya’dan, yaralı sayısı 516 elbette en doğrusu kriz masasının bilgisidir. Kaldı ki, ölen bir kişi bile olsaydı da acımız, öfkemiz aynıydı. Barış için kalkan eller, Ortaçağ karanlığında bile saygı görmüştür. Demek ki ülkem Ortaçağ karanlığından da koyu bir karanlığın eline düşmüş.

Sözün bittiği yerdeyiz. Sözcükler olanları anlatmaya yetmiyor. Kalem kolayca yürümüyor. Herkes şokta, bön bön bakınıp birbirimize sarılıyoruz ancak. Belki biraz ayakta kalma gücü bulmak için. Tanıdıktı bize böylesi acılar, çünkü istediğimiz barıştı, eşit ve paylaşımcı bir yaşamdı, demokrasiydi. Bizim istediklerimiz gerçekleşirse, insanlar mutlu, huzurlu yaşayacaktı ki, öyle olunca yolsuzluk, hırsızlık, katillik olamıyordu. Bu türlü olaylara huzur kapıyı öyle bir kilitliyordu ki, açabilen çıkmıyordu. Dünya ülkelerinde bunu başaranlar vardı. Halkların kardeşçe yaşadığı huzurlu örnek ülkeler vardı.

Emek – demokrasi güçleri türkülerle otobüslere bindiler, halaylarda öldüler, ağıtlarla döndüler. Yöneticiler açıklama yaptı. “İhmal yok” diye. Çok yakın olduğu halde ambulanslar geç geldi, ölü sayısı arttı. Polis de olaydan sonra geldi, gelir gelmez yaralıları toplamaya çalışanlara gaz sıktı, copladı. TV Kanalları haber yaptı “Kendileri bombaladı, zaten ‘bu meydan kanlı meydan’ diye halay çekiyorlardı” diye. Halk buna inanmaz elbette, ama bunu duymak bile insan aklını sıkıntıya sokar. Bunca acının üstüne, böylesine basit, böylesine umarsız, sorumsuz bir haber, kalanların da kalbini durdurur.

Oysa bu kadar büyük acının üstüne değil böylesi yorum yapmak, sorumluluk duyması gereken yöneticilerin utancından istifa edip ortadan kaybolması gerekmez mi? Dünyanın hiç bir yerinde bu kadarı yaşanmazdı. Kaldı ki benim ülkemde, sokağa çıkma yasağı olan yerde, evinin damına çıkıp güvercinlerine yem atmak isteyen adam keskin nişancı tarafından vuruluyor. Vuruluyor da “Burası sokak bile değildi” diyebilen çıkmıyor. Onun da haberi çarpıtılıp yamultuluyor, yaramın acısını bırakıp sorana karşı öfkeye duruyorum. Dedim ya sözcüklerim yetmiyor bunca acıya. Diyeceğim kısaca şudur: Eğri sorular sorup da sorandan öldürmeyin bizi. Acı hepimizin acısı. Kıyılan hepimizin geleceğidir.

YORGUNU YOKUŞA SÜRDÜLER
12-10-2015 günü sadece Antalya’dan yedi otobüs dolusu insan Alanya’ya hareket ettik. Şehitlerimizi toprağa vermek için. En az bin kişiydik Cikcilli Mezarlığına yaya tırmanan. Düzlükteki mezarlıktan yer verilmemiş, “Orası yerliler için” denmiş. Kilometrelerce yokuş tırmandı kalabalıklar, yaşlısıyla, hastasıyla, bacakları izin vermeyenlerle dağın tepesine bir dağcı gibi çıkıldı. Benim beynimde hep aynı cümle çınlayıp durdu.. “Burası yerliler için.” Oysa katliam yerine bırakılan karanfillerin parçalandığı bir ülkedeydik, neden şaşırıyordum ki? Yasımıza tahammül yoktu, kendimize nasıl olsun ki? Şaşırdığım başka bir şey var ki, dimdik ayakta kalmaya değer. O da acılı olduğu halde herkesin hâlâ sadece “BARIŞ” çığlığı atmasıdır, bu da çok çok kıymetlidir, umutludur, karanlığı kesin yenecek bir ışıktır. Hiç kimsede ne kin ne intikam vardı, havada sadece barış güvercini durmadan usanmadan kanat çırpıyordu. Ülkemde bu denli güzel, bu denli aydınlık insanlar olduktan sonra umutsuzluğa, karamsarlığa hiç mi hiç gerek yoktur. İnanın bu ülkede halklar kardeşçe, eşit, barış ve huzur içinde bir yaşamı kuracaklar. Çocuklarımız korkmadan, ürkmeden yaşayacak. Yeter ki acımıza da sevincimize de ortak olalım.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here