“İktidarlar korkuyla yaşar. Bu korkuyu, kutsal ateş gibi devlet tapınağında korurlar.” (Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz)

Ermenek’li Ayşe Teyze kınalı saçlarıyla ebemi anımsattı bana. Aynı Ayşe Teyze, göçükte suyun içinde kalan oğlu için “Yüzme bilmezdi” sözüyle de saflığın, temizliğin timsali; birkaç kadının ellerindeki çöplerle, oğullarına ulaşmak umuduyla toprağı kazmaları da acının, çaresizliğin kahredici görünen yüzü oldu. Pantolonları ve partal ayakkabılarıyla, hani şu resimlerde gördüğümüz iki asker, nasıl Çanakkale Savaşı’nın hangi yokluklar içinde kazanıldığının resmi olduysa; yer altından yirmi gün sonra oğlunun ölü bedeni çıkarılan Recep Amca da, ayağındaki delik lastik ayakkabılarıyla, halen bütün şiddetiyle sürmekte olan günümüz yoksulluğunun belgesi oldu. İşte, “milletin efendisi”nin de, onun kentlere göçmüş olanlarının da gerçek durumu bu. Bakıp bakıp kahrolmak; utançtan o insanların ve dünyanın yüzüne bakamamak gerekir. Çünkü insan yüzü kızaran, utanan hayvandır.

Gelgelelim ki ortada utanan da yok.

Öyle olsaydı, AB’de ölümlü iş kazaları yüz bin işçide yüzde 1,8; Türkiye’de yüzde 10 iken, Çalışma Bakanı Faruk Çelik “Türkiye’de iş kazaları ortalamasının Avrupa ortalamasına yaklaştığını” söylemezdi. (1)

Öyle olsaydı, Soma’daki acının üstüne, insanların yaralarını kanırtmak ister gibi, bugün 18 işçi işten çıkarılmazdı.

Öyle olsaydı, Yırca köylülerinin tapulu arazileri birkaç günde Kolin Şirketine verilmez; o insanlar dövülüp yerlerde sürüklenmezdi.

Öyle olsaydı, mahkemenin köylülerin yararına verdiği kararı beklemeden, gece yarısı 6.000 zeytin ağacı, üzerindeki olgunlaşmış zeytinlerin devşirilmesi beklenmeden kesilmezdi.

Öyle olsaydı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi 8 bakanlığın bütçesinden çok olamazdı ve Diyanet İşleri Başkanı oraya gelemezdi. Gelse de, -içeriği kulağa hoş gelen, ancak samimiyetini bugüne dek hiç görmediğimiz o konuşmayı yapamazdı.

Vatandaşımız artık şunu bilmelidir ki, bundan yirmi yıl önce parmağındaki tek sermayenin bir yüzük olduğunu söyleyip, bugün binlerce odası olduğu söylenen kaç(ak) saray yaptıranlar; dünyanın sayılı zenginleri arasına girenler artık sizler için düşünemezler. Sizleri düşünemezler. Bu işin doğasına aykırıdır. Gerçek öyle olsaydı, bugün siz böyle olmazdınız. Çünkü saraylarda oturanlar sizden biri değildir artık.

Bu işin çözümü, ayağınızda rugan ayakkabılar değil de Ermenek lastiği de olsa; eliniz kalem değil kazma tutuyor da olsa sizin söz sahibi olmanızda. Söz sahibi olmak istemenizde. Size dayatılan hayata değil, insana yaraşır bir hayata sahip çıkmanızda. İş yerinizi, köyünüzü, kentinizi sizin yönetmenizde.

“Biz yönetemeyiz!” demeyin. On yıllardır, yüz yıllardır yönettiğini söyleyenler gerçekten yönetmiyorlar ki! Dövüyorlar. Vergiyle, copla durmadan dövüyorlar.

“Gayrık yeter!”

“Çünkü, hareket etmeyen zincirlerini fark edemez.”

(1): Birgün Gazetesi . 14.11.2014, sayfa: 4

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here