
bungun bir sessizlik sokaklarda
martılar denize kırgın, deniz tuzuna
dokunsam yârimin yanağına
ellerim güzelliğe kırgın
güzellik ellerime
tadı yok dizelerin
konuşan gözlerin / bakışan dillerin
her yerinde
imge ölüleri
ülkemin
utanırım gülmekten
utanırım şiir dizmekten
Yazılarımı bilenler bilir, şair olduğumdan mıdır nedir, hemen hemen her yazımın sağ üst köşesine, sevdiğim şairlerden birinden yazımın ruhuyla örtüşen bir şiir alırım.Ama bu şiir benim. ( Bugüne kadar hiç böyle bir şey yapmadım.)
İlk dizeleri Yenikapı sahilinden , Kumkapı’ya doğru yürürken düşmüştü dilime, yüreğime. Yıl 1992’ydi. Ülkenin nerdeyse her kentinde, evler basılıyor, genç kızlar, delikanlılar… katlediliyor ; Diyarbakır’da, Batman’da, Mardin’de… adına Hizbulkontra denen cinayet şebekesi tarafından, Kürt aydınları enselerinden vurularak öldürülüyor; dağlar bombalanıyor, köyler, kentler yakılıyordu. Boşaltılan köylere ise talancı, yağmacı köy korucuları el koyuyordu.
Şiir, insanlığın yarattığı en soylu yazı türlerindendi. Bunca soysuzluk karşısında, bu soysuzluğa karşı bir şey yapamamamın acısıyla, şiir yazmak bile ağır gelmişti yüreğime. Onca utanmazın arasında , utanmak da bana düşmüştü.
Acılar uzun sürmüş olacak ki; bu şiir İstanbul, Kırşehir ve Antalya olmak üzere, üç kent gezmiş ve 1999’da bitmişti. Şiiri, 2006’da yayımlanan Okuntu adlı şiir kitabıma ancak alabilmiştim.
Sevgili Karin Karakaşlı, Cumba kitabına aldığı ‘Ben Utanayım’ yazısında utanma duygusundan ve o erdemli insan Hrant Dink’ten söz eder: ” Gazetenin kapısında sana, emeğimize hakaretlar yağdırılır, tehditler savrulurken, kendinin ,ülkenin, kâinatın ötesine geçip o büyük erdemi göstermiştin bana…O sıkıntılı, utangaç yüz halin hep gözümün önünde. Söylediklerin hep kulağımda çınlıyor. ‘Esnafa da ayıp oldu, huzursuz ettik herkesi.’ ”
Hrant’ın öldürülüşünün taşlarını ören o davetkârlığı, insanın acısını bile doya doya yaşatmayan o barbarlığı anlatır yazının devamında.
Sözü, Antalya’da yaşanan bir cinayete getireceğim. Bildiğiniz üzere Antalya’nın yoksul semtlerinden birinde, Çağdaş Gemik adlı on sekizinde bir genç, polis tarafından güpegündüz öldürüldü. Biz Çağdaş Hukukçular Derneği olarak davanın takibini üstlendik. Dernekten aralarında benim de bulunduğum on civarında arkadaşla davayı başından sonuna kadar takip ettik. Yine bildiğiniz üzere cinayeti işleyen polis ‘olası kast’tan 16 yıl 8 ay ceza aldı.
Kitle örgütlerinin de takip ettiği birinci celsede katılma talebinde bulunduk. Ama asıl olanlar ikinci celsede oldu.
Çağdaş’ı öldüren polis, duruşmada :‘Ben vicdanen rahatım.’ deyince Çağdaş’ın acıyla kıvranan yakınları, doğal olarak tepki gösterdiler. Bunun üzerine mahkeme heyetinden bir bayan üyenin duruşma bitmiş ve duruşmanın inzibatına ilişkin olarak yetkisi sona ermiş olmasına karşın : ‘Hepsini göz altına alın.’ emriyle , salondakilerin çevresi adliye koridorunda sarılmış ve duruşmayı izlemeye gelenler ile Çağdaş’ın ailesi ve yakınları acımasızca dövülmüşlerdi. ( Onca şiddete tanık olmuştum; ama son yıllarda benim, bizzat tanık olduğum en acımasız şiddetti ne yazık ki. ) Polislerce yerde sürüklenen Çağdaş’ın babasının kafasından kanlar fışkırıyor, acıyla boğazını yırtarcasına bağırıyordu. ( Çağdaş’ın babasını , genç bir avukat arkadaşla birlikte polislerin elinden güçlükle aldık.)
Yine Çağdaş’ın babasını yeterince dövdüklerini düşünmüş olan bir sivil polis, babanın yanından fırlayarak, Çağdaş’ın dayısına, çocukluğumda izlediğim karate filmlerindeki gibi uçarak tekme atmıştı. ( Hızını alamayan bir başka polis, genç bir kadın avukat arkadaşımıza saldırmıştı.)
Hem çocukları öldürülmüş, hem de müdahil olmanın ve davayı ısrarla takip etmenin bedeli aileye ağır bir biçimde ödettirilmişti.
Aile acısını bile yaşayamamıştı.
Karin Karakaşlı aynı yazıyı şöyle noktalıyor: ‘Utanmıyorlar, utanmıyorlar Hrant. Vicdan sahibi herkes utanmanın dipsizliğini, o dipsizlikten beslenen pek teşkilatlı cinayeti görüyor, kahroluyor da bazıları hâlâ utanmıyorlar Hrant. Sen de yoksun ki bir el veresin…ne diyeyim, öğrendiğimi uygulamaktan öte çare yok. Onlar utanmıyorsa , bari ben utanayım.’
O yıllarda, delikanlılar, genç kızlar, aydınlar … öldürülürken ben utanmıştım.
Hrant öldürüldüğünde Karin utandı.
Yetsin gayrı!
İnsanların acılarına dokunmayın.
Vicdanlarınız terk etmesin sizi.
Ar damarınız çatlamasın.
Biraz da siz kızarın.
Biraz da siz utanın.
…
Ağustos – 2009
Antalya
Derkenar : Bu yazı 2009’da Berfin – Bahar Sanat Edebiyat Dergisi’nde yayımlandı. Çağdaş’ın babasını birkaç gün önce sonsuzluğa uğurladık. Yazı bu nedenle yeniden yayımlandı. Çağdaş’ın babası sevgili Haşim Gemik acıyı hep onurla taşıdı. Devri daim olsun!
Acılarıyla gömülen “haklılar” mezarlığının bir gün bitmesi dileğiyle…
Acı ve ağıt kendi iç döngüsünde tekrarlandığı zaman, mevcut refleksi ‘dertlenme’ muhafazakarlığına taşır. Acı ve ağıt karşı tarafın korkusu olacak şekilde realise edilirse kendi diyalektik devinimini yakalamış olur.
Enver Gökçe’den örnekle:
Biz mahpusta gürül gürül yatardık
Yılan çıyan içinde
Her koşulda Hasızlıkları dile getirip yazıya dökenlere saygılarımla.
Zengin ile fakir olmasın gayrı
Arlanıp utansın kalmasın eğri
Güzele evrilsin dünyanın seyri
İsterim tek ölüm ecelden olsun