Geçen hafta Akdeniz Üniversitesi’nin bir bölümünde, bir grup öğrencinin çağrısıyla söyleşiye gittim.

Aynı bölüme önceki yıl da gitmiştim. Çok güzel bir söyleşi olmuştu. Ancak bu yıl o konunun hocası kent dışındaymış, asistanı ve “Müdür” olan, her fırsatta “Müdürlüğünü”  vurgulayan bir Hoca salondaydılar. Konumuz; “Sivil Toplum Örgütleri” idi. Tabi ki söyleşeceğimiz örgüt; Kadın Danışma Merkezi ve Derneğiydi. Kurulalı on dört yıl olmuş, bağımsız, gönüllü emeğiyle ayakta duran bir örgüt. Başka hangi dernek olsa şimdiye çoktan dağılırdı. Oysa çalışma koşulları çok zor olan bu dernek dağılmadı, güçlendi, çünkü bilinçli gönüllü kadınlar vardı orada, çalışmaları izlenesi, örnek alınasıydı.

Ben anlatmaya başladım, Asistan Hoca ve Müdür Hoca da görevleri gereği sabote etmeye daha ilk cümleden başladılar.  Nedense Müdür Hoca, müdürlüğünü beş kez tekrarladığı halde, adını ısrarla söyletebildim. Müdür sandalyesine öyle yapışmıştı ki, kendi adını çoktan devreden çıkarmıştı. Kadın Danışma Merkezi’nin asıl görevi elbette kadına yönelik şiddet ve kadın politikası olduğundan ben de onu anlatıyordum. Müdür Hoca ilk cümlemde söz aldı. “kadına yönelik şiddet kamu oyuna yansımamalı, yansıdıkça artıyor. Bizim geleneğimize, göreneğimize göre, aile kutsaldır, öyle her şey dışarıya yansıtılmaz. Duyurulması hem cinayetleri, hem de şiddeti arttırıyor” dedi. Öğrencilerde belli belirsiz bir gülümseme sezmeseydim, moralim daha çok bozulacaktı. İyi ki öğrenciler, bu hoca kadar cahil değildi. Hoca hızını alamadı başladı “Anamız, bacımız” demeye. Onun için “Kadın” sadece anaydı, bacıydı. Müdür Hoca’ nın her cümlesini sadece başıyla değil, bütün bedeniyle onaylayan asistan Hoca da öyle düşünüyordu. Öğrencilerden söz alan bir erkek, onların karşıtı cümleler kurdu, bilimsel ve doğru veriler ortaya koydu, ama o “Hoca” değildi, o nedenle etkili de değildi. Ne yapsın ki Müdür Hoca doğrusunu bilirdi.

Kadının  erkekle eşit olduğunu, yalnızca “Ana- bacı” değil, kadının da birey olduğunu, şiddetin ilk günden çığlık çığlığa duyurulması gerektiğini, boşuna anlatmaya uğraştım, çünkü ben de Müdür Hoca değildim. İlle de orada bir sandalyeye yapışık olmak otorite, iktidar olma durumu gerekliydi! Ancak o hazretler doğruyu bilirdi. Bizim on dört yıllık deneyimimiz, kadın olmak, kadın politikasının içinde olmak v.s. onlara vız geliyordu. Özellikle de böylesi ciddi konuları erkekler bilir, son sözü onlar söylerdi. Üniversiteden öğrenciler adına, bilim adına kaygılarla, üzüntülerle döndüm. Bu ülkede cinayetlerin artması, şiddetin olağan karşılanması boşuna değildi.

Her şeye karşın  unuttukları bir şey vardı, bu ülkenin kadınları artık nesne değil özne olmak istiyorlardı. Bir kere uyanmaya başlamışlar, sokağa adımlarını atmışlardı, geri döndürmek, kuluçka tavuk uygulaması yapmak artık sökmüyordu. Kadınlar, karar mekanizmalarında olmak, yüzde elli kota uygulamasını yaşama geçirmek istiyorlardı. Sözün özü erkeğin koltuğu sallanıyordu. Zaman eşitlik zamanı, insan haklarının herkese eşit uygulanması zamanıydı. Orta çağ düşünceleri ilgi görmüyordu. Hocalar da uyansa ve bunu fark etse iyi olurdu. Ama ille de uyumayı , gözlerini, kulaklarını bilime kapatmayı sürdüreceklerse, onlara iyi uykular, bilim yalnızca onların tekelinde değil. Bilime  eskisi gibi sadece öğretmen- öğrenci  ikilisiyle ulaşılmıyor, daha onlarca uyaran, öğreten, gösteren yol var. Siz bilimi hiçe sayan hazretler, siz müdür koltuklarınızda uyuyabilirsiniz. Kim bilir belki sizi gördüğünüz düşler uyarır.  Bir gün siz de aramıza katılırsınız. Umut bizim ekmeğimiz.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here