“En büyük günah, hayatı şerefe tercih etmek ve yaşamak uğruna, hayatı yaşanmaya değer kılan şeyleri feda etmektir.” (Juvenalis Hicivler)

Hayat, kendi isteğimiz ve irademiz dışında dünyaya gelişimizle başlayan bir süreç. Doğar doğmaz da geri sayım başlar. Ama bir gün yaşarız; ama yüzyıl. Önemli olan, kendimizi bildiğimiz zamandan başlayarak kalan süreyi doğru değerlendirebilmek. Yani arasını anlamlı şeylerle doldurabilmek. Yoksa, ottan, çöpten bir farkımız kalmaz. Bir süre var oluruz; sonra biri veya bir şey gelir bizi hayatın deliğine süpürüverir. Nelerin anlamlı şey olduğu, nelerin olmadığı ise biraz öznel bir konu. Kişiye ve duruma göre değişir.

Kimilerine göre anlam, kendi çevremizde dönüp durmak, bizim dışımızda olan bitene ilgisiz kalmak. Akşam soyunup sabah giyinmek. Alıştığı için ahırına girip çıkan öküzler gibi, işine gidip gelmek. Yiyip içmek ve boşaltım yapmak. Kim için ve ne için ürettiğinin bilincinde olmadan üretmek ve tüketmek.

Kimimize göre ise anlam denen şey, bize dayatılan hayatın dışında başka bir hayatın da var edileceğine inanmak. Bu bilinci, pratiğe dönüşecek şekilde ailemizde ve en yakın çevremizde yaygınlaştırmak. Buna ulaşmak için, yaşam tarzı bize benzeyen diğer insanlarla birlikte mücadeleyi geliştirmek.

Bir düşünür şöyle diyordu: “ Pek çoğumuz deniz kenarında kumda oynayan çocuklar gibiyiz. Geçip giden hayatın farkında bile değiliz. Yalnızca var oluyoruz. Hepsi bu kadar. Pek azımız başımızı kaldırıp yıldızlara bakıyoruz. “

Yani, ana-baba olarak, ödevimiz sadece bir insana hayat vermek anlamında bir evlat dünyaya getirmek değil. Bununla birlikte, uğrunda yaşayacağı ve mücadele edeceği idealleri olan; kafasını kaldırıp sık sık yıldızlara bakan insanlar yaratmak, bunların sayısını çoğaltmak.

Yani insanı “nesne” durumundan kurtarıp “özne” durumuna çıkarmak.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here