Biliyorsunuz tuz kokuşmayı önler. Yiyecekler mikroplardan korunsun, çürümesin diye tuzlanır.

Özellikle uzun zaman saklayacağımız yiyecekleri tuzlarız. Buzdolabı henüz keşfedilmeden, tuzun insan yaşamında önemi en çok koruma amaçlıydı. Buna tanık birçok atasözümüz vardır. Birinin sözünü beğenmediysek “Tuzlayayım da kokma” deriz. Peki bunca güvendiğimiz tuz kokarsa ne olur?

Suyu da aynı amaçla kullanırız. Susuz yaşam düşünülemez bile. Su pislikten arındırmak, mikroplardan korumak için de kullanılır. Peki su çürürse ne olur? Ahmet Telli’ nin bir şiiri böyle diyor. “Su Çürüdü.” Ahmet Telli, hapishanede hücresinde yatarken, köşede duran bir tas su, ortamın kirliliğinden o denli etkilenmiş ki, çürümüş. “Ben gerçekten su çürüdüğü için o şiiri yazdım” diyor Telli.

Hepimiz yıllardır toplumdan yakınır dururuz. “halkın üstünde ölü toprağı var” demeyen yok gibidir. Halk yıllardır sabırla suyun çürümesini, tuzun kokmasını bekledi. Bekledi ki, beslediği parlamenterlerin söyleyecek sözleri kalmasın. O denli sabretti ki, gözaltında kaybolanlara için için ağladı. İşkence görenlerin yarasını sessizce sardı. Meydanlara çıktıysa “Yaşasın halkların kardeşliği” dedi. Parlamenterler bu sloganı ciddiye almadılar. Kardeşlik türküleri söyledi, duymadılar. Alaycı bir gülümsemeyle, meclisin geyik derisi koltuklarına daha bir yerleştiler. O koltukları da, bol bol harcadıkları paracıkları da halkın ödediğini unuttular. Sandılar ki, halk gerçekten uyuyor.

Oysa Nazım yıllar önce uyarmıştı. “Halk gayrık yeter derse, önünde kimse duramaz” diye. Halkın bunca sabrı ve sessizliği gelecek patlamanın habercisiydi. Halk emanet verdiği o koltuğu altlarından öyle bir çekerdi ki, tepe taklak düşerlerdi. Şimdilik düşmeden önce, can havliyle tutundukları yalanlarla idare ediyorlar. Oysa sabah çok yakın, gün ışıyor, her şey çırıl çıplak ortaya çıkıyor. 

Beklenen gün geldi, halk içindeki anlamsız korkuyu yendi ve çoluk çocuğuyla sokaklara dökülüverdi. Antalya’da diğer iller gibi her semtten, her mahalleden insanlar ellerinden geleni ardına koymayarak, eylem için sokaklara döküldü. Hem de ne dökülme, sokağa çıkanların yüzde sekseni gençlik. Hani gençlik duyarsızdı? Bu gençler,  bütün dünyaya örnek olacak bir kardeşlik dersi verdi.  Her görüşten insan kol kola, devletin şiddetinden birbirini koruyup kollayarak, haykırdı. Kardeşlik türküleri, marşları söyledi. Herkes kendi görüşüne uygun slogan attı. Gökten taş düşmedi. Meğer aslolan kardeşlikmiş. Sosyalist Müslüman gençler namaz kılarken, devrimci gençlik onları korumak için halka olup bekledi. BDP’ li genç eli bayraklı kızın elinden tutarak polis şiddetinden kaçırmaya çalışırken, kurt işareti yapan ülkücü erkek de onların kaçabilmesi için polisi oyalamaya çalıştı. Bu dünyanın gördüğü ilk ve tek örnekti, tam anlamıyla kardeşlikti. Halkların kafasını ne denli karıştırırlarsa karıştırsınlar, doğru her zaman haklıydı.

Kendi halkına düşmanca saldıran polisi anlayamazken, içlerinde vicdanı olanlardan dördü dayanamadı ve intihar etti. Yetkililer yine savunmaya geçerek, “Polis intiharlarının olaylarla ilgisi yok” dediler. Oysa olaylarla ilgisinin olmasıydı, yücelik. Günlerdir halk kardeşçe sokaklarda direnirken hiç bir taciz, hırsızlık v.s. olayının olmayışı da ilginçti. Halk örgütsüz ve plansız çıktığı bu yolda tam bir toplumsal barış örneği verdi. Avrupa “Yüz yılın olayı” dedi. CNN İnterneyşılın başbakan için “İkinci Hitler” dedi. Başka bir yabancı kanal “Kralın son savaşı” diye yorumladı. TV kanalları evlendirme programına devam etti. Lezzetli yemek tariflerini sürdürdü, çünkü onlarda halktaki yürek yoktu. Dışarıdaki basın haklı olarak “Türkiye kendi medyasına güvenmediği için, olayları bizden izliyor” dedi.

Başbakan halkı karalamayı sürdürürken, cari açığın ayıbını örtmeye çalıştı ve ekonomiyi övdü, ama kimse inanmadı. İnanmayan çoğalınca, başbakan Taksim konusunu Hülya Avşar ile konuşmaya karar verdi. Ne diyelim? Sözün bittiği yer.

Taksim’e gaz bombaları, plastik mermiler yağdı. Ülkenin dört bir yanından destekler sürdü. Ölenler oldu gencecik. Gözleri çıktı pırıl pırıl gençlerin. Utanılası davranıştı bu mermiler, gazlar. Marks yıllar önce söyledi “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser” diye. Kestiler, yıktılar, öldürdüler, kıydılar, ama baş eğdiremediler.

Tavuk gibi yaşayanlar yok mu? Elbette var. Bütün süreci ATV den izleyen, yemi, suyu,  olanlar, ötünce kesilmekten korkanlar elbette az da olsa var. Onlar gerçekleri görmekten bile korkanlar, korkularını haklı çıkarmak için, suçu eylemcilere attılar. Suyun çürüdüğünü, tuzun koktuğunu anlayamayanlar, düşünmekten vaz geçerek, kendilerinin yerine düşünenleri tercih ettiler. Her şeye karşın ülkemin her alanında, her sokağında özgürlük düğünü var. Bu ülkeyi, bu kardeşliği yeniden kurmak, yeniden yaratmak içindir bu çığlık, bu şölen. İnanın şafak söktü, güneş doğuyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here