“Güçlüler, bizim başka yana bakmamızı sağlayarak her şeyi çalarlar.
Kötülük, yalnızca aklımızın başka yere çelinmiş olmasında değil; zenginlerin kaygılarını bizim kaygılarımız gibi kabul etmemizde .” (Alakazam- Meksikalı yazar)
……………………………………

Anımsar mısınız bilmem Tayyip Erdoğan bir konuşmasında, bir iş cinayetiyle ilgili ölenlerin sayısından söz ederken “5” diyordu. Oturanlardan biri “8” dedi. O da düzeltti “Neyse, 8” dedi. Öyle umursamaz bir söyleyişti ki o, sanki bir istatistikten söz ediyordu. Ermenek Faciası’ndan birkaç ay sonra, kapalı salonda Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın konuşmasını bir kısım dalkavuklar “Türkiye seninle gurur duyuyor!” diye alkışlarken, eşini ve yakınlarını kaybeden kadınlar, bu utanç tablosuna tepki gösteriyor; kadınlar salondan dışarı çıkarılırken bakan da hiçbir şey olmuyormuş gibi konuşmasını sürdürüyordu. İstatistiklerden söz ediyor gibiydi. Yaşadığımız zorlukların, sıkıntıların, acıların anlaşılmadığı olay o kadar çok ki saymakla tükenmez. Onların empati yapması ve bizi anlaması beklenemez. Çünkü ruhlarında gökkuşağına sahip olmayanların gözlerinde bizim için gözyaşı olmaz; olsa da gerçek gözyaşı olamaz.

Bunun son örneği de Yalova’da yaşandı.

Binbir yokluk içinde kazanılan Kurtuluş Savaşı’nın hemen arkasından öğretmene verilen aylığın 100 grama yakın altına denk düştüğü; Atatürk’ün bir öğretmenin sınıfına izinsiz girmediği; girdiğinde de en arkada dersi ayakta dinlediği ülkemizde, 90 yıl sonra bir vali, aynı öğretmeni sınıfında ve öğrencilerinin gözü önünde azarlayabiliyordu. Başarılı, sevecen ve hümanist öğretmen Halil Serkan Öz de, bir süre sonra kalp krizi yaşayarak hayatını kaybediyordu. Vali birkaç gün sonra, aynı asık suratlılıkla, aynı umursamazlıkla, aynı duygusuzlukla “üzüntülerini” söylüyordu. İşin özüne bakılırsa, ölen öğretmen arkadaşımız da bir istatistik olmuştu. Cumhurbaşkanının(o günkü başbakanın), on dört yaşında çocukların polislerce öldürüldüğü; öldürme emrini de kendisinin verdiğini söylediği, adı yolsuzluk ve rüşvetle anılan bakanların halen kasıla kasıla dolaştığı ve halkın yüzüne bakabildiği bir ülkede valilerin de başka türlü olması beklenemezdi.

Bütün amaçları kendi saltanatlarını sürdürmek olan ve bu uğurda kendinden yukarıdaki herkese bedenlerini, onurlarını ve kişiliklerini paspas edenler, kendilerinden daha altta gördüklerini ezerek öç almaya çalışıyorlardı. Bunların özü buydu. İnsanlara karşı beslediği duygular buydu. Bilgisi Halil Öğretmene cesaret verirken, kendi bilgisizlikleri ise yöneticilere küstahlık veriyordu. Ve bu bir toplumsal çürümeydi. Biz bu çürümenin içinden insanı kurtararak çıkabilirdik ancak.

Biliyoruz suçlu onlar. Ama biz de, bize dayatılanlara karşı sessiz kalarak “sessizlik suçunu” işlemeyi sürdürmeyeceğiz. “Bir ülkeye diktayı, diktayı uygulayanların değil, boyun eğenlerin getireceğini” biliyoruz artık.

SGK kayıtlarına göre 2003’te sakatlananlarının sayısının 51.959, ölenlerin 42.258, dul ve yetim kalanların 74.969; 2014’te ise sakatlananların 61.929, ölenlerin 52.686, dul ve yetim kalanların 82.201 can olduğu görülmekte (30.10.2014- Birgün gazetesi, s:5). Yani siyasi iktidarın ve onun dalkavuklarının bir istatistik gibi sundukları durum artık bir vahamet tablosudur. Bu tablo da, “Ne dış dinamiklerin dayatmalarıyla, ne de egemenler arasındaki iktidar kavgasının sonucunda filizlenecektir. Demokrasi, yönetenlerin değil, yönetilenlerin talebi olduğunda bu ülkenin ufkunda belirecektir.” (Bülent Forta)
………………………………………………

“Şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler

Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan türkü tutturduğumuz gün
Özgürlüğün havasını

İşte o gün sizi Tanrı’lar bile kurtaramaz.” (Cemal Süreyya)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here