Antalya’da yaşayan sanatçı, yazar, şair ve aydınlar ANSAN’da düzenledikleri basın toplantısında
“açlık grevleri ve ölüm oruçları için son çığlığımızdır” dediler.
Antalya Sanatçılar Derneği’nde (ANSAN) düzenlenen basın toplantısında ortak açıklamayı okuyan ANSAN Başkanı Kamile Yılmaz, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın canını ortaya koyarak hak isteyenlerin haklılığını bildiği halde kişisel bir inatlaşma moduna girdiğini söyledi.
Cezaevlerindeki açlık grevleri ve ölüm oruçlarının sadece cezaevi koşullarının düzeltilmesi ya da bireysel talepler olarak yorumlanmaması gerektiğini aktaran Kamile Yılmaz, “Ölüm sınırını zorlayan talepler açıkta, ‘Kürt sorununun çözümü gerçek demokrasiye giden yoldan geçer. O da bu halkın dil, din ve her türlü haklarının Türk halkıyla eşitlenmesinden’ diyorlar. Bu antidemokratik, insan hakları kurallarına ve yasalara ters tutum sonlansın istiyorlar” diye konuştu.
‘ÖLÜMÜ DEĞİL YAŞAMI SAVUNUYORUZ’
Ölüm oruçlarını bir hak arama ya da mücadele biçimi olarak görmediklerini vurgulayan Kamile Yılmaz, şöyle dedi:
“Ölümün, zulmün her türlüsüne karşı insanlar olarak ölümün eşiğindeki insanları elbette savunuyoruz. Çünkü onları savunmak, insan olmanın gereğidir. TBMM’de bunca çoğunluğa sahip iktidar, bu saatten sonra hiçbir yere kaçamaz, yani hiçbir mazeret arkasına sığınamaz. İsterse Suriye ile de Kürtler ile de anında barışı kurabilir. Yeter ki samimi olarak barışı istesin. Yeter ki insan öldürmeye değil, insan yaşatmaya bütçesinde ağırlık versin. Yineliyoruz, yarın çok geç olmadan bir şeyler yapmalıyız diyoruz. Ölümü değil, yaşamı savunuyoruz. Ölüm değil, çözüm istiyoruz.”
AÇLIK GREVLERİ VE ÖLÜM ORUÇLARI İÇİN SON ÇIĞLIĞIMIZDIR!
Antalyalı sanatçıların, entelektüel anlamda tüm duyarlı insanların Cezaevlerimizden yükselen açlık grevi ve ölüm oruçları çığlığına destek sesimizdir.
-Giyotin ilkin mucidinin boynunu vurmuştur.
-Despotların, kralların zalimlerin kadim silahı olan aç bırakmak, ekmekle oynamak, sonunda bir bumerang oynaklığı ile kendilerini bulmuştur.
-Mevcut iktidarın başı Tayyip Erdoğan, canını ortaya koyarak hak isteyenlerin haklılığını bildiği halde, kişisel bir inatlaşma moduna girmiştir. Bu yanlış hesaptan dönmezse tarih ve cezaevinden çıkacak tabutlar onun peşini bırakmayacaktır. Çünkü ölümün atı herkesten hızlı koşar.
-Unutulmasın ki insan onuru ekmekten de üstündür. Şu anda açlık grevindeki, ya da ölüme yatmış yüzlerce insan bunun bilincindedir. Sadece kendilerini değil, hepimizi savunuyorlar.
-Her şeye karşın biz insan hayatını, yani yaşamı savunuyoruz. Onlar ölmesin diyoruz.
Bundan önceki açlık grevlerinin birinde oğlunu kaybetmiş bir ana, cezaevinin önüne çökmüş şöyle feryat ediyordu: “Açlığı yokluğu benden mi öğrendin kuzuuum!…”
Evet açlığa yokluğa talimli bir ülkenin insanlarıyız. Zulme işkenceye de kuşkusuz. Ama görebilenler için söylüyoruz ki, bu kez durum biraz daha farklı görünüyor. Hani şu ünlü İngiliz özdeyişinde olduğu gibi: “Devenin belini kıran yükünün üzerine konan son saman çöpüdür” diye. Fakat bu gerçeği görmek için önce insan olmak, sonra da çağdaş anlamda dünyayı kavrayacak yetenekte. Bunlardan birisi eksik olursa özlenen sonucu elde etmek mümkün değildir.
Açlık tokluktan, varlık yoksulluktan soyutlanamaz elbette. Adalet Bakanı özünde iyi niyetli humanist birine benziyor. Gel gör ki iyi işler yapmak, iyi sonuçlar elde etmek için bu bile yetmiyor. Açlıktan dolayı ölüm sınırına dayanmışlara: “…mesaj alınmış sesiniz duyulmuştur, vazgeçin orucunuzdan” diyor. Gerçekten mesaj alınmış, ses duyulmuş mudur? Mesaj sadece cezaevi koşullarının düzeltilmesi, ya da bireysel talepler biçiminde yorumlanırsa kesin anlaşılmamış demektir. Ölüm sınırını zorlayan talepler açıkça: Kürt sorunun çözümü gerçek demokrasiye giden yoldan geçer. O da bu halkın dil,din ve her türlü haklarının Türk halkıyla eşitlenmesinden, diyorlar. Bu antidemokratik, insan hakları kurallarına ve yasalara ters tutum sonlansın istiyorlar.
Şu kısacık insan ömrüne bunca acıyı bunca zulmü, ölümü nasıl sığdırdık anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz. Hayat Kurtarma adı altında işlenen cinayetleri, ardı arkası kesilmeyen cezaevi ölümlerini, ölüm oruçlarını da unutmuyoruz. Hele o, 12-Mart ve 12-Eylül kötü darbelerinden sonraki genç katliamları unutulur gibi değil. Bütün bunlara şimdi bir yenisi daha eklenecek diye ödümüz kopuyor, uykularımız kaçıyor. Ne zaman gönül rahatlığı ile deliksiz bir uyku uyuyacağız? Ne zaman aklı arabanın önüne koşacağız…?
İş bu kerteye gelince, aklı başında insanların, demokratik sivil toplum örgütlerinin, vicdanı olan herkesin söyleyeceği bir söz olmalıdır. Yönetenlere, yetki sizinse bu alınan canlar, bu çiğnediğiniz bedenler, bu yediğiniz haklar da bizim, yeter ettiğiniz artık denmelidir. Daha doğrusu demeliyiz! İnsanları yaşatmak için değil, öldürmek için yaptığınız yatırımları görüyoruz, denmelidir. Halkların yaşam dirençleri sonsuzdur ama sabır sınırları sonsuz değildir, demeliyiz.
Bir hak arama, mücadele biçimi olarak ölüm oruçlarını benimsediğimiz, savunduğumuz sanılmasın. Ölümün zulmün her türlüsüne karşı insanlar olarak ölümün eşiğindeki insanları elbette savunuyoruz. Çünkü buradan sonra cezaevlerinde yaşananları savunmak, sadece sosyalist dünya görüşümüzün bir kesiti değil aynı zamanda insan olmanın da bir nedenidir.
TBMM’sinde bunca çoğunluğa sahip bir iktidar, bu saatten sonra hiçbir yere kaçamaz, yani hiçbir mazeretin arkasına sığınamaz. İsterse Suriye ile de Kürtlerle de anında barışı kurabilir. Yeter ki samimi olarak barışı istesin. Yeter ki insan öldürmeye değil, insan yaşatmaya bütçesinde ağırlık versin. Sevgili duyarlı dostlar, yineliyoruz yarın çok geç olmadan bir şeyler yapmalıyız diyoruz. Ölümü değil, yaşamı savunuyoruz. Ölüm değil, çözüm diyoruz.
“Antalyalı Yazar Sanatçı Entellektüel ve Tüm Duyarlı İnsanların Açlık Grevi – Ölüm Orucundakilere Destek Çığlığıdır.”