“Ölsem ayıptır, sussam tehlikeli,

 

Çok sevmeli öyleyse, çok söylemeli.” Metin Altıok böyle diyor. Öyleyse söylemeli, konuşmalı, haykırmalı. Saklamadan, korkmadan, çekinmeden söylemeli bildiğini.

2 Temmuz 1993 yılında yalnızca bizi değil, tüm dünya insanlarını utandıran bir eylem yapıldı. Ülkenin yüz akı sanatçıları ve daha yaşama henüz başlamış, ömrünün baharında gencecik insanlar cayır cayır yakıldı. Ani bir öfkeyle olan bir eylem değildi. Günler öncesinden planlı programlı bir eylemdi. Ülkenin kara yürekli, küflü beyinlileri insan demeye dilin varmadığı yaratıklar, insanlar yanarken alkış tuttular. Elbette yalnızca suçlu onlar değildi. Devlet de yangın bitene dek ayak sürüdü. Suça ortak oldu. Aslında yakılan alevi bilinci ve aydınlık düşünceydi. Daha doğrusu yakılmaya çalışılan bilimsel düşünceydi, sanattı, hayattı. Oysa düşünce yanabilir mi? Şarkılar, türküler, şiirler yanabilir mi? Binlerce yıldır denenmiştir ve güç yetmemiştir. Hep aydınlık kazanmıştır. Yine de karanlıklar bundan ders almamıştır. 1633 lerde Galile’yi zindanlara atarak, zorlayarak, onu kör ederek dünyanın dönmediğini söyletirler. Ama dünya yine de döner. Düşüncelerinden dolayı öldürülen bilim insanlarını, sanatçıları saymaya kalksak zaman yetmez. Aradan geçen yüz yıllarda değişmeyen karanlık hâlâ dişini gıcırdatmaktadır, ama yine de semah dönecek, türküler, şiirler sessiz kalmayacaktır. Güneş bulduğu en küçük delikten sızacaktır.

Olaydan kısa bir süre önce, yanılmıyorsam bir ay kadar önceydi, Metin Altıok’u Antalya ANSAN salonunda dinlemiştik. Onu son olarak dinlediğimizin elbette ayırdında değildik. Yine sanırım bir kaç gün önceydi, Hasret Gültekin’i Antalya Açıkhava Tiyatrosu’nda dinlemiştik. Daha 21 yaşındaydı ve bir çok albümün sahibiydi.  Ayrılığımızın türkülerini dinlediğimizin farkında değildik.

Sivas valisi Ahmet Karabilgin’in davetlisiydiler. Kaybettiğimiz sanatçılarımızdan: Asım Bezirci,edebiyat eleştirmeni, 67 yaşında ve 70 kitabın yazarıydı. “Bir insan olarak, her türlü güzelliği koruma sorumluluğunu taşıyorum” diyordu. “Devrimci düşünce olmadan, devrimci eylem olmaz, ama eylem olmayınca da düşünce bir işe yaramaz” diyor ve gençliğe güveniyordu. Son direniş olaylarında ne denli haklı olduğu ortaya çıktı. Gençlik, onlar hakkında zaman zaman olumsuz düşündüğümüz için bizi cesaretiyle utandırdı.  Nesimi Çimen, o bir aşk sürgünüydü. Sarız’da marabayken, ağanın kızına aşık oldu. Can havliyle kaçtığı Adana’da yolu Yaşar Kemal ile kesişti. Türkülerin dervişiydi.  Muhlis Akarsu,” Ne sevdiğin belli, ne sevmediğin” deyince, sızlamayan yürek mi kalır? Metin Altıok, Ne zaman bir dosta gitsem, evde yoklar şiirinin son dörtlüğünde.

“Bekliyorum bir kapının önünde, Cebimde yazılmamış bir mektupla, Bana karşı ben vardım, Çaldığım kapıların ardında, Ben açtım, ben girdim, Selamlaştık ilk defa” diyen M Altıok. Hasret Gültekin’in aralarında bulunduğu 33 konuk, 2 kişi otel görevlisi, 2 kişi de göstericilerden toplam 37 kişi yaşamını bitirdiler.

Adlarına 30 şarkı – türkü bestelendi.

Sivas yangınını anlatan 20 kitap yazıldı. Genco Erkal bir tiyatro oyunu yazdı, kalabalık bir oyuncu grubu oynadı. CHP’li vekil Vahap Seçer o günün sevgi- saygı günü olmasını önerdi. Sevgi acıyla nasıl kucaklaşır bilinmez. Saygıya gelince o zorla da düzülür. Saygının çoğu göstermeliktir zaten. Ama yapılması gereken bir şey var ki, o da bunu hiç unutmamak, unutturmamak. O zaman ölenler boşa ölmemiş olabilirler ancak. Çünkü unutmak, umutsuzluktur, karanlığa kapı açmaktır. Oysa onlar karanlığı kovmak için öldüler.

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here