Kış günü olmasına karşın yine Antalya’nın güzel günlerinden biriydi.  Adam işinin hem işvereni, hem işçisiydi.

İş hayatının sıkıntılarını azaltmak için, ora senin bura benim, koştu durdu.  Her gün, kendince plan yapsa da, hayat kendinden hep önde gidiyordu. Kendisi yetişemiyordu ama gerçekten yetişen de var mıydı? Babaannesi,  onlara kızdıkça hep şöyle derdi: “ Ekmek at ola, siz de it olasınız. Seğirte seğirte yetişemiyesiniz.”

Zaman içinde anladı ki, hayat, gerçekten , emeğiyle geçinen insanların, altında kalmamak için var güçleriyle çalıştıkları bir süreçmiş. Belli ki hayat da onların sayesinde var. Yoksa varsılların işini kimler yapardı?

Bu duygular eşliğinde yolculuk ederken,  bir de baktı ki Mazı Dağı’ndaki evinin önüne gelmiş.

Üretim aracı saydığı arabasından indi. Pazardan aldığı, meyve ve sebzeyi, fırından aldığı çavdar ekmeğini, hayatının tek lüks tüketimi saydığı biralarını özenle eline alıp apartmanın kapısına yöneldi. Bir de ne görsün, giriş kattaki komşusu, yanında dokuz- on yaşında sevimli bir çocuk, bir de küçük bir kedi yavrusu. Üçü de hallerinde memnun. Sevinç içindeler. Kedicik önüne konan  sütü şıpır şıpır içtikçe onlar da keyifle onu izliyorlar.

Selamlaştılar. Hal- hatır ettiler.  Komşusu durumu açıklamaya koyuldu:

– Üç kardeşti bunlar. Diğer ikisi birkaç gündür ortalıkta yok. Yalnızca bu var. Ben de ona sevabına bakıyorum. Biraz süt aldım, biraz da yemek artıkları vardı. Onları veriyorum, dedi.

Kendisi de o güzel davranışın; hayvanlara gösterilen ilginin güzelliğinden söz edip “İyi akşamlar!” dileyerek evine çıktı. Anlamını bildiği halde, “sevap”a bir de sözlükten baktı. Şöyle yazıyordu:

1- Hayırlı bir davranış karşısında Tanrı tarafından verileceğine inanılan ödül.

2- Tanrı tarafından ödüllendirileceğine inanılan davranış.

Düşündü, yorum yapmaya çalıştı:

 “Karşılında ödül olmasaydı insanlar ne yapardı? Aynı davranışlarda bulunurlar mıydı? Ödüllendirilmek düşüncesiyle davranmak çıkarcılık olmaz mıydı? Tanrı tarafından verilecek ödül ne olabilirdi? Örneğin, cennete gitmek olabilir miydi? Bu da bencillik sayılmalı mıydı?  Ödül kaygısı taşımadan hareket etmek bir erdem değil miydi? Örneğin, o kediciğe, güçsüz, çaresiz olduğu için; karşılık gözetmeden yardım etmek de olamaz mıydı?  Betonlaştırmayla, taş ocaklarıyla, hidroelektrik santrallarla, binlerce yılda oluşan ekolojik dengeyi bozmuyor muyduk?  Bir çekirgenin yaşam alanını yok ederek bir serçeyi ; bir serçeyi öldürerek diğer canlıları ve insanı yok etmiş olmuyor muyduk? Biraz ütopik gibi görünse de , hiçbir yerden, hiçbir karşılık beklemeden bir canlıya yardım etme düşüncesinin egemen olduğu bir hayatı yaratmak erdemiyle davranmak daha doğru olmaz mıydı?”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here