
“Bilgisiz bir toplum özgür bırakılıp kendi kendisine seçim hakkı verilse bile, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Böyle bir toplumla seçim yapmak; okuma yazma bilmeyen birine hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır. Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim madrabaz ve hainlerdir.” (Nietzsche)
…………………………………………………………………
Küresel sermaye düzeni, ya Bill Clinton’un oval ofiste Monica Liwinski ile yaşadığı uçkur ilişkisinden; ya ülkemizde –o zamanki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in yine o zamanki Başbakan Bülent Ecevit’in önüne Anayasa kitapçığını atmasından; veya şimdiki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bazı konuşmalarından etkilenip kâğıttan kule gibi sallantılar, sarsıntılar geçirdi. İşte bu düzen bu kadar sağlam.
Oligarşik sistemler –doğası gereği- ikide bir kriz yaşıyor. Küresel veya yerel sermaye bunu geçici bir durum gibi göstermek istiyor. Orasından-burasından dolaşarak, bir yerlere yamalar yaparak aşmaya çalışıyor. Ama olmuyor. Sorun Ağrı Dağı kadar kocaman; orasından-burasından dolaşarak aşılamıyor. Delik, uzaydaki kara delik kadar büyük; yama küçük, kapatmaya yetmiyor. Ve iplik çürük, dikiş tutmuyor. Zihinlerimizi çarpıtarak bizi oyalıyor; bir şeyler değişecekmiş gibi beklenti içine sokuyorlar.
İşte 2008’de küresel çapta başlayıp ulusal ölçeklerde halen süren; ülkemizde yüz binlerce insanın işsiz bırakan; bir o kadar küçük esnafı iflas ettiren krizin allanıp pullanıp yutturulmaya çalışılması bunun tipik örneği. Biz bunun ne olup ne olmadığını hayatlarımıza yansımasından biliyoruz. Yani biz iyiysek kriz yok; biz kötüysek kriz çok.
Peki bunun bir çözümü yok mu? Elbette var: Ekonominin kâr üzerinden değil, gereksinim üzerinden planlanması; üretilenin emek ve gereksinim üzerinden paylaşılması. Kamu sektörüne, halk sektörüne ve kooperatiflere dayalı bir ekonomik sistemin kurulması.
Bunu yıllarca önce Turgut Özal bile şu şekilde söylemişti: “Kapitalizmin alternatifi sosyalizmdir.”
Elbette bu, sistemin egemenlerinden beklenemez. Sistemin sahipleri artık, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı gibi bir topyekûn savaşın peşinde değiller; bunun çözüm olmadığını biliyorlar. Ama dünya genelinde de savaşlar hiç durmuyor. İşte Orta-Doğu’da ve ülkemizde yaşananlar bunun en tipik örneği. Krizler ya savaşla, ya da seçimle aşılmaya çalışılıyor. Birinin işe yaramadığı yerde diğeri devreye sokuluyor.
İşte ülkemizde dönemi içinde yapılan 7 Haziran 2015 seçimleri krizi çözmeye yaramayınca, sanki çözüm olacakmış gibi “yeniden seçim” yapılmaya çalışılıyor. Irmağı geçerken at değiştirilmezdi ama bu kez durum farklı. En farklı şey de Başbakan Davutoğlu’nun, -CHP ile sözde koalisyon kurabilmenin koşulları olumsuz sonuçlanınca- topluma yaptığı açıklama:
“-Seçimden korkmamak gerekir. Seçim yapmak aşı olmak gibidir.”
Buyur ağa buradan yak veya buradan bak. Adam doğru söylüyor. Aşı yaptırmak vücudun bağışıklığını güçlendirmekse, yani buradan bakarsak, seçim yapmak da sistemin bağışıklık mekanizmasını güçlendirmektir. Öyle değil mi? Her seçim sisteme dört yıl daha ömür kazandırmıyor mu? Her seçim bize, yani halka ne olursa olsun dört yıl daha dayanmayı; dört yıl daha beklemeyi -zoraki de olsa- öğretmiyor mu? Hani derler ya “Fakir öldüğünde karnını yarıp bakmışlar; kırk tane (yeni sene) çıkmış. Gerçi güzel ülkemizdeki fakirlerin karnını yarsalar, birkaç tane (kırk)tan oluşan (yeni sene) çıkar.
Şimdi anladınız mı seçimlerin ne işe yaradığını; ya da ne işe yaramadığını?
Anlamadıysanız bir de Jean Jacgues Rousseau’ya kulak verin:
“-İngiliz ulusu kendini çok özgür sanıyor ama yanılıyor. O ancak parlamento üyelerinin seçimi sırasında özgürdür. Bu üyeler seçilir seçilmez İngiliz ulusu köle olur; bir hiç derecesine düşer. Özgür oldukları o kısa zaman içinde özgürlüğü o şekilde kullanırlar ki onu yitirmeyi hak ederler. ”
Nasıl ki dünyanın her tarafında, sermayenin dini, dili, kültürü, yaşam tarzı birbirine benziyorsa halkınki de birbirine benzer ve “halk yalanlar söyleyerek avutanı, gerçekleri söyleyerek korkutana tercih eder. Ve sistem, insanları yok sayarak ve yok ederek değil; seçimden seçime de olsa anımsayarak ve şekilden şekle sokarak; bilincini çarpıtarak kendini var eder.”