
Saklambaç oyununu bilirsiniz. Herkes çocukluğunda oynamıştır.
Saklanan arkadaşının yerini göz kırparak işaret edenler olur. Ebe de hemen onu kolaylıkla bulur. Şu anda bazı ülkeler, saklambaç oynayanların içindeki, arkadaşını gammazlayan çocuk gibi, IŞİD’e göz kırparak, ver yansın ediyor. Ortadoğu’da insanlık ölüyor, geleceğimiz kayboluyor.
Kuşatıldığımızın farkında mıyız bilemiyorum. Çünkü “Dindar ve kindar toplum” yaratılırken, galiba “Sağır ve duyarsız” bir toplum da yaratılmış. Meydanlarda, sokaklarda hep aynı insanlar bağıra çağıra gerçekleri duyurmaya çalışıyor, ama sokaktan kimse dönüp bakmıyor. Bir kişi bile yürüyüşe katılmayı düşünmüyor. Hep aynı güzel insanlar inadına umutlarını yeniden üreterek, yanlışları, haksızlıkları duyurmaya çabalıyor.
Halkı suçlamak da mümkün değil, çünkü öyle bir kuşatılmışlar ki, gerçeklerden haberdar olmaları ne mümkün. Televizyon kanalları, tek sesli, gazetelerin çoğu korkudan sesini kısmış, önemsiz şeylerden bahsediyor. Üç gün önceki yürüyüşte sloganlar “Kobani” dedikçe, sokaktaki insanlar ilk kez duyuyormuşçasına şaşırıyor. Biri bana yaklaştı ve sordu “Kobani ve Rojava ne demek?” diye. Hal böyleyken, toplumu nasıl suçlayabiliriz ki? Bilmediği bir gerçeğe nasıl duyarlı olabilsin?
Öte yandan kadınların başına dolanan türban, yüreğini sıkan din baskısı, düşünmelerini engelleyip akıllarını tutsak ediyor. Rojava ve Ezidi kadınlarının başına gelenlere duyarsız kalma aymazlığı içinde olabiliyorlar. Çoğunluğu kadınlardan oluşan Rojava sosyalist devletinin, bir anlamda sosyalizmin yeni doğan bebeğinin boğazı sıkılmak, yok edilmek isteniyor. Böylece Ortadoğu’da örnek olması engelleniyor. Aklı tutsak olmayanların bunları görmesi ve elinden geleni yapması gerekiyor. Belki savaşa gidemeyiz, ama üç kuruş yardımı da esirgememeliyiz. Unutmamalıyız ki IŞİD denilen örgüt, Emperyalist güçlerle onların uşaklarının yetiştirdiği, insanlık düşmanı bir canavardır. Son nefeslerine dek onlara karşı savaşmak zorunda kalan insan kardeşlerimizi unutmak, bizi de suç ortağı yapacaktır.
Son günlerde duyarlı ve değerli arkadaşlarımızı yitirdik. Kimisi kalp krizinden, kimisi de beyin kanamasından gitti. Bu sistemde eğer yüreğiniz kardeşçe yaşamdan yanaysa, başka neden ölünür ki? Ya da nasıl yaşanır ki? Devrimciliğinden ödün vermeden yaşayan, Baki Aktaş öğretmen. Şiirleriyle yolumuzu aydınlatan, “Sürgit değildir bu karanlık / Tan ağarır, gün doğar birazdan” diyen Metin Demirtaş.
Zarifliğin örneği, romanlarıyla sola ilk adımımızı attığımız. “Irmağın öte yakası yeşil, bu yakası bomboz. O tarafı bağlık bahçelik, bu tarafı göz alabildiğine kır” diyen Talip Apaydın v.b. Bu sisteme haklı olarak daha fazla dayanamadılar. Hepsine sevgimiz sonsuza dek sürecek, ölümsüzlüklerine tanıklık edeceğiz. Savaşsız bir dünyayı mutlaka yaratacağız. En azından çocuklara bunu borçluyuz.