
“Egemenlik hiçbir ulusa, hiçbir zaman ulema tartışmalarıyla verilmemiştir.
Egemenlik hep güç kullanılarak ve zorla alınır. Türk ulusu elinden alınan egemenliği şimdi kendi eline almış bulunuyor. Önümüzdeki sorun, bunun ulusun elinde bırakılıp bırakılmayacağı sorunu değil, sadece bu gerçeği ilan etme sorunudur. Burada toplananlar herkes gibi bu gerçeği anlarlarsa sorun yok. Anlamazlarsa doğal olan nasıl olsa olacaktır.”
Mustafa Kemal
……………………………………
Anayasa değişikliğinin Meclis’te oylandığı günlerde yaşananlar halkoyuna sunulacak Anayasa’nın ülkemize ne getireceğini çok açık olarak belli ediyordu. AKP’li bazı vekillerle MHP’den Celal Adan(?) oylarını yasa gereği “gizli” olarak kullanacaklarına herkese göstere göstere kullanıyorlardı. Bu bir yasanın ihlaliydi ve bilerek, isteyerek yapılıyordu. Yani Anayasa toplumun döl yatağına sakat olarak düşmüştü. Ana karnında sakat olduğu göünen bir çocuğun sağlam olarak doğma şansı nasıl yoksa, Meclisten sakat olarak geçen bu Anayasa’nın da toplumsal hayata ve hukuka sağlıklı olarak yansıması mümkün değildi. 12 Eylül Anayasasıyla bilinci çarpıtılan toplumun büyük bir kısmı da oy verdiği partiden ne gelirse gelsin onaylamaya hazırdı. Öyle de oldu. İki aydır ara sıra izlediğim Kanal D, CNN Türk gibi televizyonlarda tartışma programlarındakiler, her türlü laf oyunu yaparak, konunun orasından burasından dolanarak, üzerinden atlayarak gerçeği tahrif etmeye; deveyi havuduyla yutturmaya çalışıyorlardı.
Anayasa değişikliğine taraf olan iktidar yanlılarının söylediği gibi muhalefetin yaptığı “niyet okumak” değildi. Çünkü toplumsal sistemler de canlı organizmalardır. İleriye doğru bir gelişme içindedirler. Bu ileriye doğru olmanın göstergesi sistemin karar mekanizmalarının tabana doğru yayılmasıdır. Köleci toplum düzeninden, feodalizme; feodalizmden kapitalist sisteme doğru seyreden süreç hem bir tarihsel mücadele sürecidir, hem insanlığın gelişme sürecidir. Bu süreçlerin hepsinde de sınıf olarak ezilenler kazanmıştır. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir ve bu değişim de hep söz ve karar sahibi olmanın halk kitlelerine yayılması şeklinde olmuştur. Bunun tersine döndürülmeye çalışılması sistemin dişlilerinin kırılmasıyla sonuçlanır. Bundan iktidar, muhalefet herkes zarar görür. Bunun farkında olmayan, sistemi yalnızca bir kişiye endeksli olarak görenlere de on beş yılın ekonomi, sağlık, eğitim, adalet, tarım ve benzeri alanlardaki bilançosunu göstermek gerekir:
1- AKP’nin iktidara geldiği 2002’de Türkiye’deki en zengin %1’lik nüfus toplam servetin %39.4’üne sahipken kalan %99’luk kesim toplam zenginliğin %60.6’sına sahipmiş. 2014’te bu %1’lik kesim toplam zenginliğin %54.3’üne; kalan %99 ise %45.7’sine sahip olmuş. Yani sermaye tekelleşmiş, yoksulların sayısı artmış. Örneğin 2014’te 488. sırada olan Cengiz Enerjisan 2015’te 165. Sırada yer almış.
2- Sağlık Bakanlığının verilerine göre 2005-2015 yılları arasında ilaç tüketimi 10 yılda 834 milyon 974 bin 545 kutu artmış. 2016’nın ilk 9 ayında 33 milyon 638 bin 916 kutu antidepresan ilaç tüketilmiş. Yani yeni açılan Mersin Şehir Hastanesini işleten firmaya günde 90.000 hasta taahhütü boşuna verilmemiş. Demek ki birileri bizi hasta etmeye çabalıyormuş.
3-2002’de tarım alanı 26 bin 579 hektar iken 2016’da 23 bin hektara gerilemiş. 148 milyon dolar olan buğday ithalatı 2008 kriziyle birlikte 1,5 milyar doları geçmiş. Nüfusumuz 45 milyonken hayvan sayısı 83 milyonmuş. Yani kişi başına iki hayvan düşüyormuş. Şimdi 80 milyonuz; hayvan sayısı 50 milyon. Yani iki kişiye bir hayvan düşüyor. Demek ki bundan birkaç yıl önce “angus”lar kurbanlık olarak yurt dışından bu nedenle getirtilmiş. Son 14 yılda borçlu çiftçi sayısı 1,5 milyondan 13 milyona çıkmış. 2002’de 2milyon 800 bin çiftçi varken 2015’te 600 bin çiftçi üretimi bırakmış. Çiftçilerin mazotuna ÖTV ve KDV uygulanırken 2014’te çıkarılan bir yasayla özel yatlardan ÖTV kaldırılmış.
4- 1998-2001 döneminde işsizlik %6.88 iken, 2001-2008 döneminde %10.13, şimdi %12.92 olmuş. Yani şu anda 3 milyon 647 bin kişi işsiz olarak aramızda dolaşıyormuş. Üniversiteyi bitiren her dört gençten biri işsizmiş. Taşeron çalışan işçi sayısı 2002-2007 arasında %200, 2007-2011 arasında %40 artmış. Haftalık çalışma saati OECD ortalamasında 36.7 saat iken bizde 49.1 saatmış. 1978-2015 arasında büyüme milli gelirde kişi başına 2,4 kat büyürken asgari ücret %17 artmış. Ve sendikalaşma 1998 -2010 döneminde %22’den %6’ya gerilemiş. Kasım 2016’da 1073 şirket kapanmış. Örneğin Kütahya’da 9 aylık iş için 45 kişinin alınacağı işe 841; ülke genelinde 700 kişinin alınacağı bordo bereli sınavına 17.000 kişi; 10 bin kişinin alınacağı Özel Harekâtçı sınavına da 285 bin kişi; Maraş’ta yine 9 aylık geçici 579 kişilik iş için 11.821 kişi başvurmuş.
5-M.E.B. verilerine göre, 4+4+4’ten önce açık öğretim lisesinde 940 bin öğrenci varken 2015-2016 öğretim yılı sonunda bu sayı 1 milyon 536 bin 135’e çıkmış. İmam Hatip okullarına Fen Liselerinden 15 kat daha fazla yatırım yapılmış. Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi 8 adet Bakanlığın bütçesinden fazlaymış. Dikkat edin bu kurumun birinin ünvanı Başkanlık, diğerininki Bakanlık.
6-Adalet Bakanlığının 2016 raporuna göre AKP’nin 15 yıllık iktidarı boyunca Türkiye “hak ihlalleri nedeniyle” 270 milyon 816 bin lira tazminat ödemiş. 14 yılda 6 kez Milli Eğitim Bakanı, 12 kez de Milli Eğitim sistemi, 178 kez ihale kanunu değişmiş. Örtülü ödenek 836 milyon lira iken 3,5 milyar liraya çıkarılmış. Yalnızca Kasım 2016’da bile örtülü ödeneğin harcaması 228 milyon lira olmuş. 2015 yılı boyunca ceza infaz kurumuna giren çocuk sayısı 869 iken, suç işlediği anda çocuk yaşta olanların sayısı 8.993 imiş. En çok işlenen suç da hırsızlıkmış. Hapis cezası verilen çocuk sayısı 10 yılda 34 kat artmış. 2006’da çocuklara cinsel istismar nedeniyle açılan dava sayısı 2.414 iken 2015’te 16.957 olmuş.
7-Ekim 2016’ya göre Saray’ın telefon gideri 1.214.306 lira, su 3 milyon lira, ısıtma 9 milyon lira, araç kiralama 8.767.688 lira, elektrik masrafı 9 milyon lira, konuk ağırlama gideri 30 milyon 648 bin lira, personel gideri 255 bin 79 liraymış. Oysa TÜİK’e göre 2012’de 23 milyon 668 bin olan yardıma muhtaç sayısı 2016’da 30 milyon 500 bine çıkmış.
Türkiye böyle tablolarla kaşı karşıya iken Başkanlık nereden çıktı? Başkanlık hangi soruna, nasıl çare olacak?
Başkanlık hiçbir soruna çare olamayacak. Bunun nedenleri getirilmek istenen Anayasa maddeleri, yani topluma giydirilmek istenen deli gömleği tek tek açıklanarak anlatılıyor. Bu model Dünya’daki hiçbir modele benzemiyor. Türk tipi model denerek bir ucube dayatılıyor. Oysa yaşananlar bu sistemin başarısız olduğunu gösteriyor.
Örneğin yakın tarihte Başkanlık sistemine geçen, aralarında Afganistan’ın da bulunduğu 8 ülkede kişi başına düşen yıllık gelir 1.150 dolar.
Birleşmiş Milletler Gelişmişlik Endeksine Göre aralarında Almanya’nın da bulunduğu parlamenter sistemle yönetilen ilk 10 sıradaki ülkelerde kişi başına düşen yıllık gelir 37.808 dolar.
Yarı Başkanlıkla yönetilen ilk 10 sıradaki aralarında Nijer’in de yer aldığı ülkelerde kişi başına düşen yıllık gelir 359 dolar.
Kişi başına düşen yıllık gelir ortalamasının 44 bin dolarla 101 bin dolar arasında seyrettiği, aralarında Lüksemburg ve ABD’nin de bulunduğu 13 ülke arasında sadece ABD Başkanlıkla yönetiliyor.
Başkanlık sistemlerinde kamu harcamaları %18.7 iken, Parlamenter sistemlerde %30.1.
Sosyal refah harcamaları Başkanlık’ta %4.4; parlamenter sistemde %9.
Bütçe açığı Başkanlıkta %3.3; Parlamenter sistemde %2.4.
Bunca veri göz önündeyken Başkanlıkta neden ısrar edilir? Denenmiş ve olumsuz sonuçlar alınmış bir uygulamayı yeniden yeniden deneyip olumlu sonuç almayı beklemek hangi akılla açıklanabilir? Bugüne dek 231 kez saldırıya uğrayan “Hayır”cılar karşısında “Evet”çiler kendilerini ve bu saldırılarını nasıl açıklarlar? Kendini meşru ve haklı bulanın, savunduğu düşüncenin doğruluğuna inananın şiddete yönelmeye ihtiyacı var mıdır? Yoksa bu kendine ve savunduğu tezin doğruluğuna inanmamanın verdiği bir sonuç mudur?
“Hayır” seçeneğinin giderek yükseldiği bugünlerde Cumhurbaşkanı, neden “Evet” çıkmaması halinde “Evet” çıkıncaya kadar durumu yeniden yeniden zorlayacaklarını söylemektedir? Sonuç kabul görmeyecekse neden halk oylamasına gidilmiştir? Dün “hain” dedikleri “Hayır”cılara bugün tersini söylemek ne kadar inandırıcı ve ne kadar samimidir? “Evet”i istemekte ve zorlamakta ısrar edenlerin bundan bir çıkarı mı vardır? Varsa, o çıkar ne olabilir? Yoksa işlenen ve işleneceği düşünülen suçlardan dolayı sorgulama ve yargılama yolları mı tıkanmaktadır?
Bu sorular çoğaltılabilir. “Ülkemizin bu kadar sorunu varken bu Başkanlık da nereden çıktı? “ sorusunun yanıtını size bırakıyorum. Çünkü CIA’nın Tükiye şefi Paul Bernard Henze 2006 raporunda şöyle diyor:
“Türkiye’nin bu şekliyle Amerikan politikalarının yanında olduğundan emin olamayız. Ülkeyi kuranlar denetim mekanizmalarını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis; Meclisi ikna ettiğimizde Ordu; Orduyu ikna ettiğimizde Yargı karşımıza geçebiliyor. Amerika’nın çıkarları açısında bir federe devlet kurulacaksa YARGI, ORDU, MECLİS VE HÜKÜMET’i tek elde toplayan BAŞKANLIK rejimine geçilmelidir. Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen bir yapıyı ikna etmekten çok daha kolaydır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarları açısından tereddüt ederse, BİR KİŞİ ÜZERİNDE KURULMUŞ YAPIYI YIKMAK Amerika için sorun olmaz.”
Hasan Göztepe