
boş beşik, bez bebek, tel araba yok
ağaca tırmanan çocuklar da
horozlu cep aynası, kemik tarak
kibrit yok ya
kibritçi kız da yok
sarı matematik dfteri
çiçeği burnunda ahşap kalem
kısa, sevimli rakamlar yok
hızla küçülen dünyada
seksen günde devri alem de yok
sobanın ütünde kaynayan
çaydanlığın verdiği huzur
çat kapı, konu-komşu yok
masaya örttüğümüz göz nuru
el emeği yok ya
emeğin tarihi de yok
melih, oktay, turgut, metin, ziya
cemal, cahit, can, nazım cümle şuara
orda bir köy yok, uzak yok
yeşermiş telgraf direkleri yok ya
niyazi de yok
(Salih Mercanoğlu – ne var ne yok)
Bunlar yok ya Sevgili Salih, başka neler yok birkaç şey de benden.
Bu iyiliğimi unutma ha!
Aşk yok, güzellik yok, erdem yok, onur yok, sevgi yok; dağ yok, deniz yok, kır yok, orman yok, ırmak yok, ibibik yok, kınalı keklikler yok; sokak kedileri yok…
Yıl 2018, aylardan Haziran…
Neler mi var?
Baskı var, zulüm var, işkence var ; sokaklarda dövülen, yerlerde sürüklenen, saçlarından çekilerek, polis araçlarına ite kaka, zorla bindirilen gençler var; savaş uçakları var, ölümler var, yerinden yurdundan edilmiş insanlar var; sürekli bağıran çağıran bir adam var, adamın çevresinde yığınla yardakçı var, şaklaban var, takla atan ‘sanatçı’lar var; diziler var, yalancı gazeteler var, savaş çığırtkanı televizyonlar… var.
Sadede geleyim mi artık?
Eğitim Sen Antalya Şubesi’nin genç yetenekleri açığa çıkarmak, onları yazmaya yönlendirmek için düzenlenen kompozisyon yarışmasının – bu yıl sekizincisi düzenlendi – yazı türü bu yıl öyküydü. Seçici kurulda Şükrü Erbaş, Ferruh Tunç, Zekiye Yüksel, Neşe Karel, Hasan Kıyafet, Oğuz Eraslan ve bir de ben vardık.
Her bir öyküyü, hiçbir ayrıntıya kaçırmadan okudum, okumaya çalıştım.
Neler gördüm, bir bilseniz, neler?
Ne ayrıntılar okudum satır aralarında?
Umutsuzluk vardı bu öykülerde, gelecek kaygısı, bu ülkeden kaçma düşüncesi, düş kırıklığı, intihar eğilimi, ölüm duygusu, sevgi açlığı, sürekli keder hali, bu ülkenin geleceğine dair derin kaygı – derin umutsuzluk…vardı.
Gencecik çocuklara bu öyküleri yazdıran bu ülkede yaşamak – hiç kuşkunuz olmasın – insanın canını yakıyor.
Kıbrıslı Şair Sevgili Fikret Demirağ bir şiirinde:
‘öldüğü için oğluma teşekkür ederim!
öldü de aç koymak ayıbından kurtardı beni!
öldüğü için babayı oğula teşekkür ettiren
düzene saygılar sunarım!’ der.
Peki ben, gencecik çocuklara bu ülkeden kaçmayı, intiharı, ölümü… düşündüren bu düzene kaç saygı sunayım?
Kaç küfür sallayayım?
Nazım demişti ya:
‘kararmasın yeter ki / sol memenin altındaki cevahir’
Sol memenizin altındaki cevahir kararmasın çocuklar!
Kaçmak yok öyle!
Nereye böyle?
Çünkü çünkü: ‘Dörtnala gelip Uzak Asya’dan / Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan / bu memleket bizim.’
Bu memleket bizim çocuklar!
Bu memleketi çiçeklerle, kuşlarla, kitaplarla, sevgiyle, aşkla, barışla, düşle, şiirle… baştan ayağa yeniden öreceğiz.
Bu memleketi sizinle, güzel ellerinizle, yeniden kuracağız.
Şarkılar söyleyeceğiz daha çocuklar!
Türküler söyleyeceğiz!
Aşık olacağız, çocuklar!
Şiir yazacağız!
Öykü yazacağız!
Resim çizeceğiz!
Bu ülkeyi baştan sona, aşağıdan yukarıya, dağdan ovaya, denizden ırmağa… rengarenk boyayacağız!
Durun hele!
Mızıkçılık yok öyle!
Haziran – 2018
Antalya
Her taraf yangın yeri olsa da sanatsal içerikler, hayatın dinamizminden esinlesinlenerek bir çağlayan gibi yangına akmalı…