
Bütün renkler hızla
Kirleniyordu
Birinciliği beyaza verdiler
Özdemir Asaf
Bu yazıyı yazmamak için kendimle çok kavga ettim.
Yazmamak için çok direndim; ama yazacağım.
Hiç yaşanmamış gibi olmasın.
Hele Ayşen Şahin’in 29 Mayıs 2022’de Evrensel’deki: ‘’ Uyutmayan Soru: Ne Yapalım?’’ yazısını okuduktan sonra yazmak elzem oldu.
Ayşen Şahin yazısında, akan zamanı, artan yoksulluğu, talanı, yalanı, savunmasızlığımızı, gezi tutuklularını… anlatıyor ve şöyle devam ediyor: ’’…memleketin deresine ormanına kamu arazisine rant çökerken, dış borç artarken, biz her gün köleleşirken koşuyor zaman; dili dışarıda koşuyor:’’ (1)
Sonra toplumsal muhalefetin dayanışma eksikliğine getiriyor sözü: ‘’Soruyorum bunca saldırı altında hangi davamıza yeterince sahip çıkacağız diye, sizce biz ne yapalım? // Umut devşirmek fıtratımda vardı, tutunacak dal bulmakta şimdiki kadar hiç zorlanmadım.’’ (2)
2020’in Eylül’ünde, ‘pandemi’nin en ağır seyrettiği günlerde, yeni kurulan TİP’ in genç bir üyesini gözaltına almışlar. Bir biçimde bana ulaştılar. Antalya’da avukatlarının olmadığını, ilgilenip ilgilemeyeceğimi sordular. Beni tanıyorsunuz artık, politik nedenlerle gözaltına kim alınmışsa, yardım talep edilmişse, hele bir de gençse hiçbir biçimde emeğimi esirgemedim. Bu sefer de öyle oldu. Aşı dahi yokken, herkes virüs tehditi – sağlık riski altındayken bir koşu gittim. Gözaltındaki yirmili yaşlarda gencecik bir ‘çocuk’tu. Bürodan bir başka avukat arkadaşımla gözaltı sürecini takip ettik. Dört gün sonra sulh ceza hâkimliğince serbest bıraktılar.
Adı önemli değil; gözaltı sırasında da sonrasında da onurlu davrandı, bir adım dahi geri adım atmadı. Bu nedenle kendisini çok sevdik. Hakkında dava açıldı, davasını da hiç hesap kitap yapmadan takip ettik.
2021’in Ekim’inde sabah saat 06.30 sıralarında aynı TİP’li genç beni aradı, evde polislerin olduğunu, gözaltına alındığını, kendisiyle ilgilenmemi istedi. Dedim ya, büro olarak çok seviyorduk kendisini, tereddütsüz koşturduk, ilgilendik kendisiyle. Üçüncü günün akşamında ifadesine girdik. Emniyetin kapısından çıkarken TİP’li gencin ifadesine geldiğini söyleyen bir kadın avukatla karşılaştık. TİP’li gencin avukatları olduğumuzu ve ifadesine girdiğimizi söyledim. Bunun üzerine avukat, ben partiden geldim, siz nasıl girersiniz dedi ve tümcelerinin devamında bize ‘erkek egemen bir dille’ hakaret etti.
Dördüncü gün, TİP’li genci savcılığa çıkardılar. Savcılık genci tutuklamaya sevk etti. Aynı avukat oldubittiye getirerek, bizimle ifade ve sorguya girdi. Neyse ki serbest bıraktılar.
Bilmenizde yarar var: Gözaltının tüm aşamaları TİP Antalya il başkanı ile eşgüdüm halinde yürüttük.
Durun daha bitmedi, birkaç gün sonra TİP’li genç biz avukatlıktan azletti. Aynı avukat daha önce girdiğimiz dosya ve bu son dosyaya vekâletname sundu. Daha önceki dosya karar aşamasına gelmişti. Azilnamenin bize tebliğinden yaklaşık on gün sonra duruşması vardı. Yine aynı avukat dosyaya vekâletname sunmasına karşın duruşmaya girmedi. Gencecik çocuğu savunmasız bıraktı. Dosya bizim dosyaya verdiğimiz nitelikli emek sonucu beraatle sonuçlandı.
Bunun üzerine Antalya il başkanını, avukatı ve TİP’li genci TİP Genel Merkezi’ne ‘üyelerini korumadan, nesnel bir biçimde soruşturma yapmaları talebiyle’ şikâyet ettim. TİP Genel Merkezi hiçbir biçimde soruşturma açmadığı gibi TİP Antalya İl Başkanlığı benim ‘dosya kaptığımı’ iddia eden bir bildiriyi kamuoyu ile paylaştı.
Kuşkusuz ayrıntılı yanıt verdim. Antalya il başkanı ve kadın avukatla hukukun ve hayatın önünde hesaplaşacağız, dedim. Biliyorum, hukukun önünde hesaplaşmak pek mümkün değil. Önce, bütün ısrarlarıma karşın üyeleri hakkında soruşturma yapmayan TİP’in hukuk(suzluk)una tosladım. Olsun. Ancak burada bitmedi hiçbir şey, hayatın önünde – hiç kuşkunuz olmasın – hesaplaşacağız.
(Ayraç içine aldım: ama bilin istiyorum. Yine aynı parti 2021’de Alanya’da ilçe örgütü kurmuş; ancak pandemi koşullarında kuruluş genel kurulu yapacak salon bulamamış. İstanbul’dan bir avukat dostum aradı, benden yardım istedi. ‘Sosyalist’ bir parti benden yardım istiyordu, olacak şey mi, hemen telefona sarıldım, benim ricamla salon bulundu ve ilçe örgütü genel kurulunu yaptı. )
Olana bitene nasıl üzüldüm, anlatamam. Yakınlarım tanıktır, sözcüğün gerçek anlamıyla söyleyeyim: Düpedüz hastalandım.
Neyse…
İletişim Yayınları’ndan bu yıl yayımlanan Nabi Kımran’ın ‘Ne Geçmiş Tükendi Ne Yarınlar’ kitabı öğretici derslerle dolu. Nabi Kımran, İstanbul’da 1980 sonrasının öğrenci gençlik önderlerinden. Sonrasını kitaptaki özgeçmişinden aktarayım: ‘’…1992’de İşçinin Yolu dergisinin yazı işleri müdürlüğünü üstlendi. Dergide çıkan yazılar nedeniyle yüzlerce yıl hapis istemiyle yargılandı. Yedi aylık dergicilik döneminden sonra yeraltına geçti. 1996’da yakalandı, beş yıl hapis yattı. 2001’de hapishaneden çıktı. … Pasaportsuz olarak Türkiye’den çıktı. 2012’den beri Berlin’de politik sürgün olarak yaşamaktadır…’’ (3)
Nabi Kımran, yetmişlerin toplumsal muhalefetinden etkilenen bir kuşağın 1980’den sonraki benim de tanık ( ve de sanık) olduğum macerasını anlatıyor. Kitapta anlatılanlar arasında boykotlar, yemek boykotları, İstanbul Üniversitesi’nde İslamcılarla kavgalar, çevik kuvvet müdürüne atılan tokat, işgaller, genç arkadaş ölümleri, bombalar, Hergele Meydanı, dönemin devrimci önderleri, bu verimli toprakta yetişen sanatçılar, yazarlar, kitle örgütü önderleri anlatıldığı gibi Sovyetlerin çözülmesi ve Kürt Sorunu çerçevesinde sıkışan politik atmosferi de anlatıyor. Bu dönemi uzun süren yetmişler diye niteliyor ve 2001’de sonlandırıyor.
Nabi Kımran, dönemin tarihi bağlamında, dünya sosyalist hareketinin komplolar, tasfiyeler, öldürmeler… çerçevesinde ‘acımasız’ tarihini de irdeliyor:’’… Öyle ya, Lenin, Stalin ve Troçki’nin birlikte çektirdikleri fotoğrafların zamanla bir kişi eksik versiyonlarını görmedik mi? Ve bunu söylemek Troçkist yapar mı kişiyi ya da böyle bir muameleye maruz kalmış olması Troçki’yi eleştiriden muaf kılar mı? Ya da Troçkistlerin karikatürize edilmiş Stalin tarifleri Troçki’nin inkâr edilen mirasından ne kadar farklıdır? Arnavutluk Emek Partisi’nin Enver Hoca’dan sonra en önemli liderlerinden biri olan Mehmet Şehu’nun şüpheli ölümünün ardından ‘emperyalizmin ajanı’ olarak anılması nasıl sorgulanmadan kabullenilir? Yugoslavya KP’sinin Kominform’un yıldız partisi olmaktan, bir yıl içinde ‘emparyalizmin ajanı’ konumuna düşürülmesi nasıl kolaylıkla sindirilebilir?…’’ (4)
Soruları ben çoğaltayım.
Yoksulluktaki eşitliğe ne diyeceğiz?
Toplu sürgünlere, etnik kıyımlara, toplama kamplarına ne diyeceğiz?
Ya işkencehaneler?
Ya o iğrenç cezaevleri?
Pol Pot çok uzak bir tarihte mi kaldı?
Türkiye Solunun da uluslararası sol hareketin mirasçısı olduğu kuşkusuz. Bu mirasçılık ne yazık ki bir üst paragrafta alıntıladığım acımasızlığı da içeriyor. Şöyle bir geriye dönüp bakın kaç devrimci kendine devrimci diyenler tarafından / arkadaşları tarafından katledildi? ( Ne yazık ki 1978’de ben de böyle bir cinayete tanık oldum. )
Sözü yine Nabi Kımran’a vereceğim. ‘’… 1980 – 2001 aralığında bütün zaaflarına rağmen hiç olmazsa toplumsal ekosistem içinde bir habitat olabilen sosyalist hareketimiz, özellikle radikal devrimci yapılarımız, bugün en fazlasından birer mikrokozmos görünümündedir. Mikrokozmoslara hapsolarak yaşamını sürdürmek ‘başarı’ ise bu bir başarıdır, toplumsal – siyasal planda hesaba katılır bir varlık olabilme kriteriyle ele alındığındaysa ortada ağır bir başarısızlık / yenilgi olduğu açıktır’’ (5)
Nabi Kımran, yıllar sonra geriye bakıp muhasebe yapıyor ve şunları söylüyor: ‘’… Şöyle kuşbakışı bir değerlendirmeyle işlerin anlamı, bütünlüğü, koordinasyonu, kısa ve uzun vadede planlanması, genel güçler mevzilenmesindeki yeriniz, güçlü ve zayıf yönleriniz, nerede saldırıp nerede geri çekileceğiniz vb. türünden bütünlüklü bir bakış ve irade gerektiren kavrayış tarzı; burnundan ötesini göremeyen verimsiz ‘işler’ koşuşturmacası içinde kaybolur gider. Hatta zamanla bu bakış tümden unutulur; işler vardır, yapılır, gerisine Allah kerim! Herkes yanındaki gruptan geri kalmamak için çırpınır ve hep beraber dar grupçu pratikçi miyopluğun bayrak yarışında şampiyonluğa koşulur. Bu tarzın yaratıcı, üretken ve moralli bir devrimcilikten çok dar kafalı rekabetçiler, kolektif / grupsal narsizmin bayraklarını taşıyan göstericiler, silik bürokratlar ya da ‘ devrimci memurlar’ yaratması bir yana; giderek küçük sektlerin ideolojisine dönüşmesi ve tekkeyi çekip çevirmeden ötesini göremeyen bir ufuksuzluğa yol açması kaçınılmazdır…’’ (6)
Yine sevgili Ayşen Şahin’e vereceğim sözü:’’… Bütün iyimserliğimle soruyorum: Zaman akıyor, bir gün dayanılmıyor, halkız biz, tüm yük bizim sırtımızda, biz ne yapalım? // Kahrolarak beklemek dışında. // Zira çatlayacak gibi kalbim, yaşamak değil bu. // Bir bir ayrılıyor aramızdan iyiler, aydınlar, proleterler, güzel insanlar, güneşli günlere kavuşamadan. // O maviliklere süreceğimiz motora mazot kalmadan, acelemiz var. // Ne yapalım?’’ (7)
Sahi ne yapalım?
Biraz daha mı küçük dükkânlarımıza hapsolalım?
Biraz daha mı kırıp geçelim birbirimizi?
Çok mu zor; Mahirlerin Denizleri idamdan kurtarmak için gösterdiği yoldaşlığı göstermek?
Çok mu zor: ‘’… Dokunaklı bir yağmura / Gökyüzü çiziyorum ince ve derin / O her şeyi güzel kılan / İyiliğin ipeğinden / İpincecik bir dünyaya / Yumuşak, sevecen, geniş…’’ demek (8)
Çok mu zor ‘iyiliğin ipeğinden’ dünyalar örmek?
Sorum tüm sosyalistlere, komünistlere ve yurtseverleredir.
TİP’e ise hiçbir sorum / sözüm yok artık, ‘mikrokozmos’larında, küçük dükkânlarında… başarılar diliyorum.
14 Nisan 1987’de Aksaray’da başlayıp Beyazıt Meydanı’na doğru yapılan kitlesel yürüyüş, 12 Eylül’den sonraki ilk büyük öğrenci eylemidir. Son sözü yine Nabi Kımran’a bırakacağım: ‘’ Sessizliğin perdesi o gün orada yırtılıyor. // Kışta kıyamette kaybolan kavmin çocukları geri dönüyorlar sanki. // Şairin dediği gibi; Ne geçmiş tükendi ne yarınlar / Hayat yeniler bizleri / Geçse de yolumuz bozkırlardan / Denizlere çıkar sokaklar ‘’ ( 9)
Sessizliğin perdesi elbette bugün de yırtılacak. Küçük dükkânlarına, mikrokozmoslarına sığınan, iyiliğin ipeğinden uzak, ufuksuz, acımasız… ‘sosyalist’lere rağmen, yoldaşça, kardeşçe, sevgiyle, deneyimle, dayanışmayla… bu ülke ‘iyiliğin ipeğinden’ güller ülkesi olacak.
1-Ayşen Şahin, 29 Mayıs 2022 Evrensel Gazetesi, Uyutmayan Soru: Ne Yapalım?
2- age
3-Nabi Kımran, Ne Geçmiş Tükendi Ne Yarınlar İletişim Yayınları 2022
4-age
5-age
6-age
7-Ayşen Şahin, 29 Mayıs 2022 Evrensel Gazetesi, Uyutmayan Soru: Ne Yapalım?
8-Şükrü Erbaş, İyiliğin İpeğinden, Kimliksiz Değişim, Başak Yayınları 1992 Ankara
9-Nabi Kımran, Ne Geçmiş Tükendi Ne Yarınlar, İletişim Yayınları 2022 İstanbul
Haziran – 2022
Antalya