“Din içe dönük bir hamledir. Sorun sadece Tanrı huzurunda kendin olmaktır. Bu içe dönük hamle, insanın kendisini sevgiye, aşka kaptırması gibi, sonsuz bir borç olarak yaşanır. Dışa dönük hamlede ise o kişi alacaklı gibi davranır. Sevginin yerini nefret alır. Her şeyi sığlaştıran kitle kültüründe, nefret de bir salgın gibi yaşanır.” Kierkegaard

Bir ülke içindeki kurumlar devleti oluşturan yapılardır ve toplumun gereksiniminden kaynaklanırlar. Siyasetten bağımsız, özerk olmaları; adil yapılarıyla barışı, bir arada yaşamayı sağlamaları gerekir. Siyasi iktidarlara, yani hükümetlere göre biçim değiştiremezler. Yasalarla kurulur, yasalara göre işler, yasalarla denetlenirler. Yapısal özelliklerinden dolayı da süreklilik arz ederler. O nedenle işleyişlerinde yaşanan olumluluklar daha çok yapıyı etkilese bile olumsuzluklar yapıyı da aşarak başka yapıları da etkiler. Çünkü kötülüğün çabuk yayılmak ve bulaşıcı olmak gibi bir özelliği vardır. Buna biraz da halkın olaylar karşısındaki tutumu yol açmaktadır. Kendi iç dinamikleriyle gelişimini tamamlayamamış ülkelerde bu daha belirgin ve daha yaygındır.

Gün geçmiyor ki ülkemizde böyle olaylar yaşanmasın. Örneğin Urfa’nın Siverek ilçesinde 31 Temmuz 2017 pazartesi günü öğle saatlerinde yaşanan olay bunun son örneğidir. Adının Mehmet Malbora olduğu söylenen ayağı şalvarlı, kafası beyaz-yeşil sarıklı, sakallı bir kişi elinde tahrayla Atatürk heykelini parçalamaya çalışıyor. Yakınındaki İlçe Jandarma Komutanlığından gelen askerler olay yerine gelmenin dışında fazla bir şey yapamıyorlar. Sivil olduğunu sandığımız iki polis işin daha ileri gitmesini önlemeye çalışıyor. Adama sanki rica ediyorlar. Vazgeçirmek için bir çiçek sunmadıkları kaldı. Adam da bu elverişli ortamı değerlendirerek propagandasını yapmaya çalışıyor. (Oysa açlık grevindeki Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya destek olmaya gelenler öyle karşılanmıyordu. Polis birinin kolunu kırıyor; tek kollu Veli Saçılık’ın yerde tortop olmuş vücuduna plastik mermiler saydırılıyordu. Sesleri duyulmasın diye ağızları bile kapatılıyordu. )

Eli tahralı saldırgan “Dinde putperestliğe yer olmadığını; bu görevin kendisine rüyasında tebliğ edildiğini” anlatıyor. Adamın karakola götürülmesinden ve olayın kamu oyunda duyulmasının hemen arkasından Urfa valisi de o kişinin “meczup” olduğunu söylüyor.

Ama iş bu kadar basit ve bireysel değil. Benzeri olaylar o kadar çok yaşandı ki!…

Örneğin, adım adım ölüme götürdükleri Hrant Dink’i katleden Ogün Samast’ın gözaltına alındığı karakolda eline bayrak tutuşturularak fotoğrafını çektiler ve onure ettiler, benzeri olayların yaşanmasına temel hazırladılar.
Kadınların kahkaha atarak gülmelerinin; karnı burnundayken sokakta gezmelerinin doğru olmayacağını, açık saçık giyinerek erkekleri tahrik ettiklerini söylediler. Ondan sonra da kadınlar parklarda, sokaklarda, toplu taşıma araçlarında şort giydikleri bahanesiyle saldırıya uğradılar. Oysa, erkek çocuklar da tecavüze uğrayınca “bu çocukların neyinden tahrik oldunuz” diye sormadılar. Saldırganları yine “meczup” olarak nitelediler.

Çocuklar vakıflarda tecavüze uğradı. “Eğitime bu kadar hizmet etmiş kurumu kötülemeye çalışıyorlar; bir kereden bir şey olmaz” diyerek kişiliği parçalanan çocukları değil, yandaşı oldukları kurumu korumaya çalıştılar.

Yolsuzlukla kazanılan paraları “insanın günah işleme özgürlüğü” olarak söyleyip meşrulaştırılmaya çalıştılar.

Bisküvide, salam ve sosiste helal gıda özelliği arayanlar haram para ile Hacca gidilebileceğini savundular.

O zamanki başbakana dokunmanın ibadet etmek olduğunu; daha ileri giderek aynı kişide Allah’ın bütün özelliklerinin tecelli ettiğini söylediler.

Dağlara, taşlara yüz sürüp “medet” istediler. Çocuğu olmayanlar çocuk olmasını beklediler.

Oysa insanlar Anıt-Kabir ziyaretlerinde öyle dileklerde bulunmadılar. Atatürk heykellerine çaput bağlamadılar. Yani heykeli de, mezarı da putlaştırmadılar. Atatürk’ü düşünde gördüğünü söyleyip herhangi bir kişiye saldırmadılar. Çünkü çağdaş ve bilimsel düşünen insanın tabusu, putu olmaz.

Özetleyecek olursak: İktidardakiler kötülüğü kurumlarda, devlette egemen kıldılar, meczupları çoğalttılar. Yani meczuplar ülkesinde kötülüğü kurumsal hale getirdiler. Bu kadar kötülüğün sürmesi için de örneğin, Türkiye

Futbol Federasyonu ile yaptığı sözleşme gereği, istifa ettiği halde Fatih Terim’e 25.11.2018’e dek her ay 291 bin euro, yani 1 milyon 193 bin TL. (eski parayla 1 trilyon 193 milyon lira) ödenmesini hükme bağladılar.

02.08.2017
Hasan Göztepe

 

(NOT: Yazmaya başlamadan “meczup” sözcüğünün anlamını bir kere daha araştırdım. Türk Dil Kurumu sözlüğünde Arapça bir sözcük olduğunu belirtiyor. Anlamı da 1- “Tanrı aşkıyla aklını yitirmiş kimse” 2- “Aklını yitirmiş, deli, sapık” demekmiş.

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here