
Bahar mı geldi içime kış
lıyor hâlâ eski yolcu
Anlattığına bakılırsa uzun
Sürecek bu masalın arkası
Yabanıl atlar tepelerden
Kurt sürüsü ormanın sisli
Derinlerinden sarkacak
Kalbim dediğim ıssızlığa
Sonrası mı, yok artık böyle
Bir zaman artığı, ki kendine
Mekân arayanlar kuşatmış
Hafızanın karanlık dehlizini
Ben, Ece Temelkuran’ın yalancısıyım.
Kürt halkının bilge politikacısı, koca çınar Sevgili Ahmet Türk, 12 Eylül günlerinin Diyarbakır Cezaevi’ni – zindanını demeliydik hâlbuki – anlatırken :’ İşkence önemli değil. Çok küfür ediyorlar, o gücüme gidiyor.’ *demiş.
Daha önce de yazmıştım, benim deneyimim, onların yaşadıklarının yanında hiç kalsa da, yeniden anlatmamda hiçbir sakınca yok. 12 Eylül’den on gün sonra beni de gözaltına aldılar. Evden döverek gözaltına alırlarken bana, anneme, gözaltına alınmama tepki gösteren komşulara ağza alınmayacak küfürler ettiler.
Kentin hemen kıyısındaki işkence merkezinde işkence gördüm, ağır işkencelere tanık oldum; yığınla küfre maruz kaldım(k).
2010 referandumundan sonra, hâlâ yargı yoluyla sonuç alınabileceği gibi safça düşünceye sahipmişim – saflığıma baksanıza, bir de avukat olacaksın diyeceksiniz – ki tutup adını ya da takma adlarını anımsadığım, bana işkence edenlerle, o dönemde yetkili olan, emri veren kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulundum.
İşkenceciler(im)in pek çoğu ölmüştü. Yalnızca birini bulup ifadesini aldılar.
İşkenceci(m) ifadesinde işkence yaptığını kabul etmiyor ve aynen şöyle diyor:’…ayrıca gözaltına alınan şahsın sorgulama işlemlerini o dönemde Milli İstihbarat Teşkilatı ve Askeriyenin üst düzey komutan ve görevlileri tarafından yapılmaktaydı. Sorgusu yapılan şahısların kültürel seviyeleri yüksek olduğu için bu sorguyu bekçi, polisin yapması son derece abestir. Bizler şüphelilerin temininin yakalanması ve Adliyeye sevk ve dosya işlemlerinin tamamlanmasında görevli bulunmaktaydık. Sorguda bahsedilen Filistin askısı vücuda cereyan verme olaylarını görmemiz yapmamız mümkün değildi…’
Türkçeyi katlediyor ama ifadenin devamında, üzerine asılsız suç isnadında bulunduğum gerekçesiyle benden şikâyetçi oluyor.
Etsin hakkıdır.
Sağ olsun, var olsun kuşağımızın hakkını da teslim ediyor.
Tabii ki tüm işkenceciler hakkında ‘kovuşturmaya yer olmadığı’na karar verdiler.
Yargıya ilişkin son saflığımla da böylece yüzleşmiş oldum.
İşkenceci(m) yaşadığım kente yakın, güzel, turistik bir ilçede yaşıyor. Nasıldır, nicedir, ne yapar, ne eder… diye merak ettim. Sordum, soruşturdum, öğrendim: Elinde koca bir torba ilaçla hastaneden hastaneye koşturuyor, güçlükle yürüyor, yoksullukla boğuşuyor, karısıyla kavga ediyor…
Çocuklarının hiçbiri dikiş tutturamamış, tümü sürünüyor…
Ne diyeyim?
Hayatın güzel bir dengesi var.
Ölsün, beter olsun asla demeyeceğim.
Yaşasın,- daha fazla yaşasın – ve görsün…
‘Kör olma da gör beni!’** olsun.
Biraz daha çeksin…
Biraz daha…
Yaklaşık on yıl önceydi. Birikimli, aydın, dünya iyisi bir üniversite öğrencisi, bir grup arkadaşıyla gözaltına alınmıştı. Ailesi ulaştı, benden avukatlığını üstlenmemi istedi. Kabul ettim. Şubeye gittim. Görüştüm.
Birikimli olduğunu o kısa görüşme sırasında dahi anladım.
Gözaltına alınmadan, epeyce izlenmişler, fotoğrafları çekilmiş, hakkında istihbarî bilgi toplanmış.
Fotoğrafların bir kısmı, basın açıklamaları, yürüyüşlerde çekilmişken, bir kısmı ise sevgilisiyle el ele, sarmaş dolaş gezerken, öpüşüp koklaşırken, bankta otururken, kafede göz gözeyken, … çekilmiş.
Ben gitmeden, polisler gözaltına alınan tüm siyasilerle yaptıkları gibi onunla da ‘mülakat’ yapmışlar.
’Oooo… sevgilin de varmış, iyi parçaymış…’ demişler, ‘Pompa yapıyor musun pompa?’ diye sormuşlar, elleriyle de pompa hareketi yapmışlar.
Şaşkındı bizimki.
‘Midem bulandı avukat bey.’ dedi.
‘Bunlar nasıl insanlar?’ diye ekledi.
‘Bunlar nasıl insanlar?’ dedi, dişlerini sıktı.
Yanıt veremedim.
Yalnızca gözlerine baktım.
Sorum hepinizedir.
Sorum hepimizedir.
Sahi, bunlar nasıl insanlar?
Sahi, bunlar…
Bahar kışlıyor söze kar
Yağıyor epeydir, söyleseler
İnanacaktım ölümüme – – de
Hadi yola düşelim diyor birisi
Yola düşelim peki, yol
Konuşur mu bizimle eski
Yolculukları, herkes unutup
Gitmişken biten aşkları
Şiir: Sonrası mı – Ahmet Telli
*Ece Temelkuran – Kayda Geçsin kitabından
**Hasan Hüseyin Korkmazgil
Temmuz / Ağustos – 2018
Roma / Napoli / Antalya
Harika…
Bencede adam doğru söylüyor, “ kültür seviyesi yüksek olanların beyinsiz et yığınları sorğulamamıştir, onlar sadece işkence emekçisi , joplayarak , tazikli su tutarak , telikeli elektrik kablosu tutarak koları kırılıyordu yorgunluktan. Hele birde askıya alınacakları kaldırıp asmak beller kırılırdı zavalim işkence emekçilerinin.
Benim oyum işkence emekçisine . Nusret yaşiyorsun daha ne istiyooon😀
hayat
yaşadıkça farklılaşan insan
yaşlandıkça duygusallaşan
eğer ki o elinde bir torba ilaçla karşımıza çıkmasaydı
eğer ki yokluk yoksulluk ve yoksunluk içinde olmasaydı
onun hayatını zehir etmek isterdim tüm kalbimle….
güzel insan
sevgiyle kal
Bahar kışlıyor, söze kar yağıyor.
Boşuna dememişler, işkence insanlık suçu, diye… Bu konuda 1951 tutuklamalarında örnek bir duruş sergileyen eski tüfekler’in anılarını okumada yarar var. Küfüre karşı küfür mesela…
12 Eylul benim icinde bir tranvadır. Seni goturduklerinde anne yalın ayak pesinde ben cocuk telasıyla onun arkasında kostugumu hic unutmam. Hala cocuk belleginde iglesmeyen bir yaradır…..