Öğretmen olup da Dirmil’e atandığımda henüz 18 yaşımı bitirmemiştim. Acemi çaylak, uçuk kaçık, dağı devirecek, çayı çevirecek gücümün olduğunu sanan, hatta devrimin başarılacağına tamı tamına inanan bir çocuk öğretmendim. Hiç bir şey bilmediğinin ayırdında olmayıp her şey bildiğini sanan bir genç kadın. O yaşımda ve deneyimsizliğimde bile Dirmil’in farkını fark etmiştim. Teke Yöresi’nin türküleri Dirmil’den doğmuştu. Dirmil’e ait sipsi denen bir müzik aleti vardı ve sadece onlar biliyordu, sonradan ülkeye ve dünyaya dağıldı.

Dirmil, benim için doğduğum köye hiç benzemeyen, hatta çevre köylere de benzemeyen, bir masal ülkesiydi. Dirmilliler, uyaklı cümlelerle konuşan, güler yüzlü pembe yanaklı insanlardı. O zamanlar bebek olan Yusuf Erkan, büyümüş, doğduğu yerlerin farkını anlamış, kalkıp oraları anlatan koca koca kitaplar yazmış.

Likyalıları araştırıp bilmiş, bir arkeolog kadar bilgiler edinmiş, sorumluluğunu duymuş, yüklenmiş, yıllarını bu konuda harcamış, yazmış ve ilgilenenlere hazırca sunmuş. Araştırma kitaplarını görünce, hemen yüreğimde kocaman bir cep açarım, bilirim ki araştırma yapmak çok ama çok zordur. Yusuf, yıllardır, belki de 20 yıldır, dağ tepe zaman zaman yaya yapıldak dolaşarak fotoğraflar çekti, bilgiler topladı. Onu her gördüğümde, çalışkanlığı karşısında eğilirim, çoğu zaman dile getirir, “Yusuf senin çalışkanlığından, benim tembelliğim utanıyor” derim. Sohbete durduğumuzda saatleri fark etmeyiz. Yaşı genç ama dolu dolu biridir. Hani “Ayaklı kütüphane” denenlerden. Her bilginin, her bilgi verenin değerini bilir. Doğduğu, yaşadığı yerlere kendini borçlu sayar. İstanbul’da evini Kurtuluş’a (Tatavla) taşıyalı 17 gün olmuştu, Mukaddes ile benim de İstanbul’da TRT’de programımız vardı, bahaneyle Yusuf’u ziyaret ettik. Yusuf sadece 17 günde Tatavla adlı kitap dosyasını yarılamıştı bile. Bu azmin karşısında kalakalmıştım. Tanrı onu yazsın diye yaratmış. Bazılarına “koş, ya da yürü” derken, ona “yaz” demiş…

Burdur’u yazdı. Gölhisar’ı yazdı. Şimdi de Dirmil’i yazdı. Dirmil kitabı, Tamı tamına 554 sayfa, tuğla kadar bir kitap. Her yerinden bir ömrün adandığını anlıyorsunuz. İçinde sadece yazılar değil, yazıları destekleyen görseller de var. Dirmil için kim bir taş koyduysa bu kitabın içine girmiş. Kimse unutulmamış. Özellikle Dirmillilerin bu kitabın değerini bileceğini, Yusuf’a saygı duyacağını biliyorum, onlar da değer bilirler. Yusuf, yazarken öyle titiz davranmış ki kimseyi incitmemek için sert olayların bile kıyısından dolaşmış.

Karaköy (Doğduğum köy) kitabını yazdığımda, beni çok üzdüler. O zaman “Fakir Baykurt” da köyünü yazarken böylesi sorunlar yaşadı mı diye düşündüm. Fakir Baykurt ile çok söyleşiler yaptım ama bunu sormayı akıl edememişim, başıma gelince anımsadım. Umarım Yusuf bu konuda taşlanmamıştır. Çünkü o meyvesi çok bol bir ağaç.

Dirmil kitabı, 22 bölümden oluşuyor. Bir roman tadında elinizden bırakamadan okuyorsunuz. Kitabı okurken Yusuf’un kalemini romana çok yakıştırdım. “Umarım roman da yazar” dedim. Olayları su gibi akıtarak, birbirine bağlayarak yazmış. Bir olay yazılınca var olurmuş ya Yusuf, Dirmil’i yazmasaydı, kim bilir ne zaman birileri uyanıp da “Dirmil Likyalıların ana yurdu” diyecekti. Belki de yazılmayacak, kıyıda köşede küçücük yazılar olarak kalacaktı. Oysa Dirmil, tarihiyle, doğasıyla, insanlarıyla unutulmaması gereken, kayıt altına alınması gereken bir yerdi. Kayıt deyince, Yusuf’un fotoğrafını çektiği, bu yörelerdeki tarihi eserlerin, hoyratlar tarafından kırılıp döküldüğü, yok edildiği, sadece Yusuf’un fotoğraflarında yaşadığını anımsadım, içim acıdı bir yandan, diğer yandan Yusuf’a bin bir teşekkür ettim.

Yusuf bu kitabı yazmasaydı, Dirmil’in müzik tanrısı Ferhat Erdem, romancısı Halil Erdem, onlarca sipsi ustaları, yıllardır çan dövüp kendince türkü yakan ustaları, dokumacı kadınları, Dirmil için söz söyleyen kadınları, erkekleri, emekçileri nasıl ölümsüzleşecekti?

Yusuf da son model bir otomobil almayı, bilmem kaç metre kare ev edinmeyi düşleseydi, kim yazacaktı bu koca koca kitapları?

Kısa keserek, kitabı okumanızı öneririm. Sözümü Yusuf’un kitabın önsözünde yazdığı bir paragrafla bitirmek isterim.

“İçine doğduğum bir uzun hikayedir Dirmil. Bir bakıma çok iyi bildiğimiz, bir bakıma yaşamın savruluşları karşısında unutmaya yüz tuttuğumuz bir hikayedir. Tanıdığımız bildiğimiz insanların yerini bir iki kuşak sonra aynı yerde tanımadığımız insanlar almıştır şimdi. Gönlümün ayrılamayıp konakladığı bu coğrafyada artık yeni kuşaklar konaklamaktadır. Eskiler, gönlümüzde yaşamaktadır artık. O insanlar, boncuk dağlarından havalanıp gitmişlerdir. Yaşam gailesi beni İstanbullara savurduğu gibi onları da farklı yerlere savurmuştur.”

Eline, kalemine, yüreğine, aklına, sabrına sağlık Yusuf Erkan. Nice unutulmuş öyküleri yakalaman dileğiyle.

3 YORUMLAR

  1. Kamile Yılmaz’ın yazısı da Yusuf Erkanın araştırma kitabı kadar aydınlatıcı olmuş. Dirmil’i gördüm. Kamile Yılmaz anlatmıştı Dirmil’i gezdirirken; bazen bir hikâyenin ucuna ekledi, bazen de iki nefes arasına kocaman bir olayı sığdırıvermişti şaşkın bakışlarım arasında. Diline, yüreğine, yeteneğine sağlık ustam.

  2. Yusuf Erkan, gerçekten anlatımı özgün, konulara yaklaşımı sıcak, detaycı bir yazar. Kapsamlı “Burdur” kitabını okumuş, araştırmacı kimliğini takdir etmiş, okuyunca çok beğenmiştim. Eminim aynı titizliği Dirmil kitabında da göstereceğine eminim. Kamile hanım, değerlendirmesinde nesneldir buna kuşku yok, ilk fırsatta edinip okuyacağım. Yazar, anlatımını beğendiğim bir yazar. Kutlarım.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here