
Dedim ya, Antalya’da Kürt olmak zor, çok zor…
Kurd bȗnî li Antalya
ANTALYA’DA KÜRT OLMAK
Zor, çok zor… Bu şekilde özetlenebilir. Küçük örnekler veriyorlar: “Kızım henüz altı yaşındaydı”, diyor adını vermek istemeyen bir baba “Sütçüler’den Konyaaltı’na götürüyordum. Denizi gösterecektim kızıma. İlk defa deniz görecekti. Otobüs’te kızıma sürekli yolu anlattım, denizi anlattım. Mağazaları gösterdim, insanları gösterdim. O da bana gördüklerini anlatıyordu, çok sevinçliydi, hiç olmadığı kadar neşeliydi. Gülüyor, durmadan konuşuyordu. Otobüse sonradan binen şık giyimli, orta yaşlı bir kadın önümüzdeki boş koltuğa oturdu. Biraz gittikten sonra birden arkaya döndü; “vır vır vır ne konuşuyorsunuz, teröristler gibi. Burası Antalya Türkçe konuşacaksınız. Sizde hiç Atatürk sevgisi, vatan sevgisi, bayrak sevgisi yok mu? Burada Kürtçe konuşamazsınız.” diye bağırıp çağırmaya başladı. Kızım ağlayarak bana sarıldı. Daha yüksek sesle bana Kürtçe “Baba konuşma, baba konuşma” diye ağlayarak bağırıyordu. Şık giyimli bayan buna iyice sinirlendi. “Sustur şunu, hala teröristler gibi konuşuyor. Şimdi polis çağıracağım” dedi. Kızım bu kadının niye bağırdığını anlayamamış, sadece ağlıyordu. Otobüsten indik. Kadın arkamızdan hala bağırıyordu. Kızımla hızlı adımlarla uzaklaştık. Yavrum o olaydan sonra iki sene hiç konuşmadı. Ne ana dili Kürtçede ne de Türkçe…”
Dinleyince insanın tüyleri diken diken oluyor. Dedim ya, Antalya’da Kürt olmak zor, çok zor…
Kürt’ler çok gururlu insanlar. Çoğu hayat mücadelesine göç ettiği yerde Antalya’da başlamış. Diğerlerine göre biraz da geriden başlamış. Daha çok şehrin kenar semtlerinde oturuyorlar. Şehir merkezindeki okullara nazaran daha az olanaklara sahip okullara gidiyorlar. Okumamışlarsa da çocuklarını mutlaka okutmak istiyorlar. Bunun için her türlü fedakârlığı yapmaktan kaçınmıyorlar. Kendi dilleri, kendi kültürleri, kendi yaşam tarzları var. Bir arada oturdukları semtlerde bunu kısmen koruyabiliyorlar, ama şehrin içine dağınık olarak yerleşen Kürtler, özellikle yıllar önce Antalya’ya yerleşenler artık bu dili, bu kültürü, bu yaşam tarzını koruyamıyor. Çoğu Kürt bu durumun farkında, fakat bu durumu nasıl düzeltebileceğini bilmiyor.
Kürt öğretmenlerle görüşüyorum. ; “Dokuz yıldır Antalya’dayım. Daha önce de Batıda bir başka yerdeydim. Antalya’da Kürtçe konuşmak biraz zor, çünkü yeterli olanak yok” diyor. “Okullarda, öğretmen odalarında Kürtçe konuşan arkadaşımız olursa Kürtçe konuşuyoruz tabii ki, ama genellikle çalıştığımız okullarda tek Kürt oluyoruz, Kürtçe konuşmakta olanaklı olmuyor tabiatıyla. Evlerde çocuklar öğrensin diye bazen Kürtçe konuşuyoruz. Ya da çocukların duymaması gereken bir şeyi söylemek istediğimizde… Çocuklarım benim anadilimi, analarının ana dilini unutmasınlar diyor çok uğraştım. Televizyonlar, gazeteler, kitaplar, sokak, okul karşısında evde Kürtçe konuşulan üç beş dakika yeterli olmuyor. Çocuklar öğrenemiyor. Oğlum Üniversiteye Diyarbakır’a gidince Kürtçeyi öğrendi. Antalya’da olanaksız. Kızlarım Kürtçeyi yarım yamalak anlıyor fakat hemen hemen hiç konuşamıyorlar. Kayınçomun çocukları dedeleri ile yaşıyorlar. Onlar Kürtçeyi daha iyi anlıyorlar ve konuşuyorlar. Kürt dilini, Kürt kültürünü, Kürt tarihini öğreten kurumlar olmalı. İnsanlar unutuyorlar” diyor.
Bir başka öğretmene soruyorum: “Kürtçe okuyor musunuz?”
“İlk okuduğum Kürtçe kitap Mem ũ Zin’di. Yasaklı yıllardı, sanki kutsal bir metin okur gibi okudum. Anamın konuştuğu dilde yazılı bir metni ilk okuyuşumu hiç unutmadım. 55 yaşındayım. Anadilimi anamdan, babamdan öğrendim. Ama sadece konuşmayı. Onlar okuma yazmayı bilmezlerdi ki bana öğretsinler. Okuma yazmayı sonradan, biraz da kendi çabamla öğrendim. Şimdi iki dilde de okuyabiliyorum. “
Hocam Antalya’da Kürt çocuklar anadillerini nasıl öğrenebilirler?
“Antalya’da Kürtler paramparça. Ekonomik ve sosyal nedenlerle ayrışmış durumdalar. Ancak bir arada, ortak bir yaşamları olursa kendi dillerini öğrenebilirler. Diğer türlü asimile olur giderler. Kürtçe dil kursları, gerçi Antalya’da özel kurs yok, faydalı ama çözüm değil. Şimdi Kürtçe ders kitapları, gramer, kelime kitapları, sözlükler var. Bunlarla Kürtçe öğrenmek mümkün. Ama öğrenilen dil neticede yabancı dil olacaktır. Sorun anadilin öğrenilmesi, kullanılmasıdır. Azalan da budur, yabancı dil olarak öğrenilen Kürtçe değil.”
Antalya’da Kürtler belli yerlerde mi yaşıyorlar?
“Hayır, hayır. Şehrin her yerinde yaşayan Kürtler var. Kepez bölgesinde yaşayanlar daha şanslılar. Daha kalabalık olarak yaşıyorlar. Birbirleriyle iletişim halindeler. Doğal olarak Kürtçe daha yaygın konuşuluyor. Çocuklar dili analarından, babalarından doğal ortamda öğreniyorlar. Fakat şehrin diğer bölgelerinde yaşayan Kürtlerin Kürtçe öğrenmeleri, konuşmaları, okumaları, ancak yapay ortamlar yaratılırsa mümkün. Bir insan olarak, diğer insanların Kürt diline karşı olan tepkisini anlayamıyorum. Sokakta Kürtçe konuşunca bazı insanların tavırlarının değiştiğini fark ediyorum. Antalya turistik bir yer. Buraya çalışmaya gelen çok insan var. İngiliz’i, Alman’ı, Rus’u, Kırgız’ı buraya çalışmaya yerleşmeye geliyor. Onlar kendi dillerini kullanınca bir problem olmuyor da, binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan insanlar kendi dillerini konuşunca nasıl bir problem oluyor anlayamıyorum. Dolmuşta, otobüste Kürtçe konuşulduğunda bazı insanlar tepki gösteriyorlar. “
Bir başka öğretmenle görüşüyorum: “Antalya’da bir Kürt olarak Türk gibi yaşadığın sürece bir sorun yok. Tabii ki Türkçeyi aksanlı konuşuyoruz. Anadilimiz değil. Ama eğer Türkçe konuşuyorsak, kendi ulusal kıyafetlerimizi giymiyorsak, kendi bayram geleneklerimizi yerine getirmiyorsak, kendi cenaze geleneklerimizi uygulamıyorsak, kendimiz gibi saz çalmıyorsak, kendimiz gibi ağlamıyorsak sorun yok. Sorun bunları bir Kürt gibi yapmaya başlayınca çıkıyor. Newruz bayramımızı kutlamaya giderken kendi Ulusal giysilerimizle dolmuşa binsek inanın olay çıkar. Lara’da oturuyorum. Evden tek başıma veya oğlumla birlikte şal ũ şeplîk ile çıkarsam mutlaka tepki görürüm. Şimdi söyler misiniz bana, dedemin giydiği, onun dedesinin giydiği, onun dedesinin giydiği bir giysinin, nasıl giyildiğini, nasıl çıkarıldığını oğluma nasıl öğreteceğim? O bunu kendi çocuklarına nasıl öğretecek? Küçük bir oğlum var ben dışarıda Kürtçe konuşunca beni ikaz eder, başıma bir şey gelir diye korkardı. Diyarbakır’a götürdüm, herkesin Kürtçe konuştuğunu görünce şaşırdı. Lokantalara gittik. Kürt mutfağını tanıttım. Çok sevdi, en çok ta Kürt dilini kullanabildiğine sevindi. İlk söylediği sözcük, bir lokantadan çıkarken spas dkim oldu. “
Bir başka öğretmen anlatıyor: “Antalya’da Kürt gibi yaşamak çocuklar için zor. İlkokulların Okul servisinde çocuklar konuşurken bir çocuk diğerine “Lan Kürt hiçbir şey bilmiyorsun” diyor. Çocuğum eve gelince bunu duyduğunu ve çok üzüldüğünü bana anlattı. Sen ne dedin? Diye sordum. Hiçbir şey demedim ama aslında çok şey demek istedim, çünkü ne “Lan Kürt hiçbir şey bilmiyorsun” diyen ne de onun konuştuğu çocuk okulda benim kadar başarılı değil” dedi.
Bir başka Kürt öğretmen anlatıyor: “ Çocuğumun 10 yaşındaki arkadaşı Büyüyünce ne olacaksın? Sorusuna “ Jandarma olacağım” diye cevap veriyor. Öğretmeni neden Jandarma olmak istediğini soruyor, çocuk “Kürtleri öldüreceğim” diyor. Aynı sınıfta bulunan kızıma ne dediğini sordum. “ Yapma, onlarda insan” demiş.”
Antalya’da yaşayan ve benim görüştüğüm Kürtlerin hepsinde insan sevgisi en önemli ortak özellikti. Çocuklar bile, kendilerini, kıran, kendilerine hakaret edenleri anlamaya çalışıyorlardı. Anne ve babalarından aldıkları belki de en belirgin özelliği insan sevgisi, insanı anlama çabası olarak tanımlayabilirim. Kötülük karşısında bile kötülüğü yapanı anlamaya çalışıyorlar. İnanılmaz bir hoşgörü ve anlayışa sahipler. Kürt kadınları ve çocukları belki de sadece Kürt kültürünü, Kürt dilini değil, insanı sevme, onu anlama, hoşgörü gibi kavramları tüm Antalya’nın geleceğine taşıyacaklar diye düşünüyorum.
Bir başkası anlatıyor: “Kürtçe isimlerinden dolayı çocuklarımız zorluk çekiyorlar. Okullarda bazı öğretmenler çocuklarımıza eziyet ediyor. Bazı isimler anlaşılıyor, bazısını yeni duyuyorlar. Ben kızıma rahmetli annemin adını koydum. İlkokulda öğretmeni ile bir problem yaşamadım. Liseye gelince kızımın adından dolayı bazı öğretmenleri tarafından ayırımcılığa uğradığını gördüm. Bir şey de yapamadım. Kızıma böyle insanların olabileceğini, üzülmemesini söyledim. Ben kızım doğunca çok sevinmiştim. O zaman anam sağdı. Kızıma kendi adı koyulunca o da çok sevindi. Rahmetli, kızıma ölene kadar baktı. Kızımı o büyüttü. Vefat ettiğinde kızım çok üzüldü. Hala babaannesini çok özler arar. Onun ismini taşıdığı için kızıma eziyet edilmesi insanlığa sığar mı?”
Soru bana soruldu ama bu cevabı ben değil, tüm toplum hep birlikte vermeliyiz. Bunu babaya söyledim. “Bunun cevabını kızıma verin” dedi, “bana değil”.
Bir başka öğretmen anlatıyor: “ Egemen dil tabii ki Türkçe. Ortak dilimiz de Türkçe. Doğal olarak daha fazla konuşuluyor, okunuyor. Fakat Kürt edebiyatını okumaktan da, dünya edebiyatını Kürtçe okumaktan da çok hoşlanıyorum. Kürtlere karşı oluşan tepkiler bize doğrudan pek gelmiyor. Öğretmen olduğumuz için toplumsal statüde bizi bir yerlere koyuyorlar herhalde, Kürt olduğumuz için değil siyasi görüşlerimiz yüzünden daha fazla baskı görüyoruz. Kadınlar ve çocuklara ise sadece Kürt oldukları için baskı uygulamaya çalışanlar var. Ne yazık ki bunların içinde öğretmenler de var. Sadece Kürt olduğu için çocuğu dışlayan, ya da herhangi bir nedenle okula gelen anneye kötü davrananlar var. Çocukların ve kadınların zayıf olduklarını onlara istediklerini yapabileceklerini sanıyorlar. Çocuklar ırkçı-milliyetçi söylemden çok rahatsız. Bu söylem onları etkiliyor, üzüyor. Gençlik çağlarında ise tepki gösteriyor. Kendisini soyutluyor. Bu başlı başına bir sorun. İlkokullarda çocuklar her gün toplanıp “Türküm, doğruyum, çalışkanım..” diye andımızı okuyorlar. Bundan çok olumsuz etkileniyorlar. 12 Eylül rejimi tarafından zorunlu yapılan bu uygulama ne pedagojik olarak faydalı ne de psikolojik olarak. Kürt çocukları Kürt olduklarını biliyorlar ve kendilerini ikinci sınıf insan olarak hissetmelerini sağlamaya yönelik bu uygulama onlarda derin travmalar yaratıyor. “
“Kürtlerin çok çocuk doğurduğu ve yakında Türkiye’de nüfus dengesini değiştirmeyi amaçladıkları için bunun bilinçli yapıldığı iddiaları var. Ne diyorsunuz?”
“Böyle abuk sabuk bir şey olur mu diyorsun değil mi?” diyor bir pazarcı esnafı. Fakat MGK’da bu konu aynen böyle tartışıldı. Aziz Nesin yaşasa bu konuda ne hikâyeler yazardı Allah bilir. Köylerde yaşayan ve tarımla geçinen insanlar için işgücü çok önemlidir. Kürtler içinde, Türkler içinde, Hintliler ya da Pakistanlılar için de bu böyledir. Çok insan gücü olacak ve bu insan gücü ucuz olacak. Zaten az kazanan insanlar için işgücü çok önemli. Çok çocuk yapıyorlar çünkü çok insana ihtiyaç var. İnsanların ayrıca sosyal güvenceleri de yok. Yaşlanınca kendilerine bakacakları için de çok çocuk yapıyorlar. Ayrıca Kürt toplumu dindardır. Bu da doğum kontrolünün etkin bir şekilde uygulanmasını önlüyor. Sağlık kurumlarına erişimleri de zor olan anneler için tek çare çok çocuk doğurmak oluyor. Köylerden hastanelere gitmek zor olduğundan da çocuk ölüm oranları da yüksek. Hastanelere ulaşanlarda zaten dil engeline takılıyor. Kürtçeden başka dil bilmeyen veya Türkçeye tam hâkim olamayan Kürt kadınları derdini yabancı bir dilde doktora anlatana kadar ne facialar yaşanıyor, haberin var mı? “
“12 Eylül Faşist cuntası da doğum kontrolü ile ilgili bir şeyler yapmıştı” diyorum.
“Evet, 12 Eylül sonrası köylerde doğum kontrol hapları dağıttılar. Ücretsiz verdiler. Fakat kadınlar bu hapları alıp çiçeklerin dibine gömdüler. İşin ilginci cunta aynı uygulamayı doğudaki Türk köylerine de yaptı. Türk kadınları da aynı şeyi yaptılar”.
Bir öğretmen söz alıyor: “ Batıda yaşayan Türk nüfusla Kürt nüfusun çocuk sayıları aşağı yukarı aynıdır. Kuşak farkı da önemli bir etken. Ben batıda yaşıyorum 3 çocuğum var, fakat köydeki ağabeyimin 8 çocuğu var. Köy yerinde ne kadar çok çocuğun varsa o kadar güçlüsün”.
Bir başka öğretmen söz alıyor. “Köylere doğum kontrolü için gelen ebe, doktor, hemşire gibi sağlık elamanları genellikle “dini zayıflatmak için gelen kişiler” olarak algılanıyor. Son yıllarda bu biraz kırıldı. Gitgide iyi olacak. Diğer bir husus ta Kürtlerde çok çocuk bir nevi erkeklik gösterisidir. Çok çocuk, özellikle de çok erkek çocuk “gurur vesilesi” oluyor. Bu da son yıllarda kırılmaya başlandı. Ama Pakistan’da neden çok çocuk varsa, Nijerya’da neden çok çocuk varsa Kürtlerde de o yüzden çok çocuk var. Ekonomik sebepler ve cehalet.
Gençlerle konuşuyorum. Sadece Kürt sorununu değil, Türkiye ve Dünya sorunlarını da anlatmak istiyorlar. Onlara sık sık söyleşinin çerçevesini hatırlatmak zorunda kalıyorum.
“ Geçmişte Antalya’da Kürtçe konuşunca bu kadar çok yadırganmazdık” diyor birisi, “şimdi Kürtçeye tahammül edilmiyor”.
“Fakat şimdi Kürtçe daha yaygın kullanılıyor diyen Kürtlerle görüştüm” diyorum. “Evet” diyor, ama şimdi Kürt nüfus çok arttı. Yakılan köylerden gelenler, bölgedeki baskıdan kaçıp gelenler, ekonomik sebeplerden gelenler Antalya’da ciddi bir Kürt nüfus oluşturdu. Evet, Kürtçe daha çok konuşuluyor ama eğer nüfusa oranlarsanız Kürtçe konuşan oranının düştüğünü görebilirsiniz”.
Bir inşaat işçisi anlatıyor: “Şantiyede hep Kürtler var. Kürtçe konuşuyoruz. Zaten bazıları çok az Türkçe biliyor. Düşük ücretlerle çalışıyoruz. Çoğu zaman paramızı alamıyoruz”. Sendika, sigorta diyorum. “Geç hoca geç, öyle bir şey yapacak olsalar binlerce kilometreden bizi mi getirirler. Sigorta da biziz, sendikada, hiçbir şeyimiz yok”.
Bir başka inşaat işçisi anlatıyor. : Benim Antep’te 2 çocuğum var. Köyümüz yakıldı, yıkıldı. Önce Diyarbakır’a oradan da Antep’e gittik. Çocuklar orada doğdu. Ben burada çalışıyorum. Vallahi karnımızı zor doyuruyoruz”.
“Çocukları Antalya’ya getirmeyi düşündün mü?” diyorum. “ Ne yaparlar ki burada? “ diyor. “Yahu hiç olmazsa denize girerler” diyorum. Garip garip yüzüme bakıyor. “ Yahu hoca” diyor, “film adamsın, bunca yıldır ben daha denizin kıyısına bile gitmedim onlar nasıl denizin içine girecek?”
Bu inşaatlarda çalışan, denize hiç girmeyen, 2 çocuk sahibi baba Türkiye’nin güncel sorunlarıyla ilgili konularda çok ciddi argümanlara sahipti. AB konusunda ciddi ciddi saatlerce konuşacak kadar bilgi birikimi vardı. Daha önce demiştim ya Kürtlerin insancıllığı ( Hümanizm) beni derinden etkiledi diye, görüştüğüm Kürtlerin bilgi birikimi de beni şaşırttı. Kürtler Türkiye’ye ve Dünya’ya kapalı değiller. Bilimi, edebiyatı, siyaseti, resmi, sinemayı takip ediyorlar. Katılmasalar da, gitmeseler de, uğraşmasalar da ülkede olan gündem onların da gündemi oluyor.
Bir Üniversite öğrencisi anlatıyor: “Kürt öğrencilere çok zor ev veriyorlar. Türkçeyi aksanlı konuşuyorsak şansımız çok az oluyor. Ev tutmaya sosyalist Türk arkadaşlarla gidiyor ve ağzımızı açmıyoruz ki sorun çıkmasın. Üniversite de bazı hocalarda da önyargılar var. Bir tanesi benim sınıfımda terörist sadece dağda eli tüfek tutan değil, şu anda içinizde eli kalem tutan teröristler de var demişti. Çok üzüldüm. Ben okumak istiyorum. Kendime, aileme yararlı olmak, meslek sahibi olmak istiyorum. Dışlanmak, ötelenmek değil”.
Bir başka Üniversite öğrencisi: “Ben Vanlıyım. Van depreminden sonra hemen Van’a gittim. KESK çadırında gönüllü olarak çalıştım. KESK kanalıyla yurdun dört bir yanından gelen yardımların dağıtılmasına çalıştım. Antalya KESK kamyonu gelince çok gururlandım. Uzun yıllardım yaşadığım şehirden, köklerimin yaşadığı şehre yardım gelmişti. Ama valilik yardım merkezine gelen yardım kolilerinin içinden hakaret mesajları, bayrak, taş ve sopa çıktığını da gördüm. O kutular da Antalya’dan gelmişti. Utandım o gönderenler adına. Belki onlarda utanmışlardır sonra” diyor.
Bir başka öğrenci: “ Otobüste Gündem okuyordum. Yanımda oturan öğrenci de gazeteme bakıyordu. Gazete başlığı, çok dillilik üzerineydi. Yanımdaki öğrenci, bu şehirde Alman, Rus turistler var neden onlar dil hakkı istemiyor da siz istiyorsunuz diye sordu. Cevap veremedim. Beni turistlerle bir tutmuştu. Oysa ben 15 yıldır bu şehirde yaşıyordum. Kaldı ki burada yaşayan Almanlar, Ruslar için okullar var, Kültür Merkezleri var, kütüphaneler var. Olmalıda, fakat bizim içinde bir şeyler olsun. Hani hep söylüyorlar ya, kardeşiz, eşitiz, aynıyız, etle tırnak gibiyiz diye, Allah rızası için bizim içinde bir şey yapın, kentte yaşayan yabancılara yaptığınızın onda birini yapın” diye sitemini iletiyor.
Diğer bir öğrenci : “ Antalya’da bazen güzel şeyler oluyor. İnsanlar dayanışma içine giriyorlar. Bazen de üzücü olaylar yaşanıyor. Hükümet yargının kimyası ile oynadı. Şimdi Antalya’ya atanan özel yetkili savcılardan biri Kürt öğrencilere karşı önyargılı davranıyor. 1 Mayıs mitingine katıldıkları için, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutladıkları için öğrencilere baskı uygulanıyor. Tabii ki tüm arkadaşlarımız üzerine bir baskı var. Ama özelde Kürt öğrencilere daha fazla baskı var. Adeta bir toplum mühendisliği yürütülerek halklar birbirine düşürülmeye çalışılıyor. Medya tamamen hükümet kontrolünde, yargı onların elinde, kolluk kuvvetleri adeta hükümetin içinde yer alan bir cemaatin askeri gibi. Kendilerinden olmayan her şeye saldırıyorlar. Kürtleri ise hedefe koymuş durumdadır. Uludere’de kaçakçıları uçaklarla bombalayarak öldürdüler. Bunu kınayan Kürtlere bin bir baskı hem devletten hem de devletin kara propagandasının etkisindeki kesimlerden geliyor. Antalya’da son iki-üç yıldır Kürt kimliğine karşı ırkçı bir söylem geliştirildi. Hükümet yanlısı devlet görevlileri bu ırkçı söylemi aşama aşama geliştirdi. Üniversite de bu böyle oldu”.
Bir başka Üniversite öğrencisi: “10 sene önceye nazaran Kürt sorunu daha iyi konumda. Şu konuştuklarımızı on sene önce konuşsaydık içeri alınmıştık. Fakat Kürtlere karşı önyargı hükümet tarafından bilinçli bir şekilde yaratılıyor. Örneğin, Van depremi sonrasında şehrimize misafir olarak gelen ailelerden 15-20si geri gitti. Kalabalık gruplar halinde apartman dairelerine yerleştirilen aileler hakkında sürekli polis baskısı oluşturuldu. Polis 5-6 ailenin ortak olarak kaldığı ve doğal olarak kalabalık bir ortamın ve gürültünün olduğu apartmanlara ikide bir gelerek haklarında gürültüden dolayı şikayet olduğu gerekçesiyle insanları ifade vermeye karakollara çağırdı. İnsanlar baskıdan bunalıp, geri döndüler. Aslında Türk halkı ile Kürt halkı arasında bir anlaşmazlık, bir husumet, kin, garez, nefret yok. Bu hükümet tarafından yaratılmaya çalışılıyor. Ne yazık ki kendini ilerici, demokrat olarak tanımlayan bazı çevrelerde buna alet oluyor. Bu kesimler Kürt düşmanlığı ile siyaset yaptıklarını zannediyorlar. Oysa insanlar arasında husumet yok”.
Bir pazarcı lafa karışıyor: “ Daha önce Kürt olduğum için pazarda diğer esnaf benimle çok konuşmaz, beni içlerine çok almazlardı, şimdi komşum Türk pazarcı bir yere gideceği zaman tezgahını bana emanet ediyor. Irkçılar, kafatasçılar gün geçtikçe azalıyor. Hepimiz insanız. Her şeyi insanlık çerçevesinde değerlendirmeliyiz. Aynı camiye gidiyoruz, aynı memlekette yaşıyoruz, yarım yamalakta olsa aynı dili konuşuyoruz. Benim bir de bu konuştuğumuz dil dışında bir dilim var. Doğuştan ne olacağımıza biz karar verememişiz. Dedem, babam, yedi ecdadım bana bu dili öğretti, ben de çocuğuma öğretmek istiyorum, öğretiyorum. Kürtçe zengin bir lisandır. 24 lehçenin bir araya gelmesi ile oluşur. Bu lisanın üzerine sünger çekilip, yokmuş gibi davranılabilinir mi? Sadece Kürtçe değil, Anadolu’daki tüm diller kullanılmalı, öğrenilmeli. Bırakın herkes kendini istediği dilde ifade etsin, istediği gibi yaşasın”.
Bir başka öğrenci: Ben edebiyat eserlerini okurken Türkçe okuyorum. Daha iyi anlıyorum. Aslında Kürtçe okumaya da gayret ediyorum. Özellikle Kürtçe yazan Kürt yazarları mutlaka Kürtçe okumak istiyorum. Ama kelime hazinem daralmış. Sözlük kullanıyorum. İlkokula gitmeden önce Kürtçe konuşuyordum, Türkçe bilmezdim. Türkçe öğrendikten sonra Kürtçeyi aksattım. Anadilde eğitim onun için çok önemli. Bir dil silinip giderse o dille birlikte bir kültürde yok olur. İnsanlık o kültürler olmadan aynı insanlık olmaz. Tarih o kültürler olmadan aynı tarih olmaz.”
Bir emekli anlatıyor:” Ben de okula gidene kadar Türkçe bilmiyordum. Okulda hiç anlamadığım bir kelime yüzünden çok dayak yedim. Tokat, dayak, cetvel yiye yiye Türkçeyi öğrendim. Benim yaşındaki insanların çocukluklarında İlkokul hatıraları adeta bir kâbus gibidir. Dayak ata ata Türkçeyi öğretirlerdi. Şimdi bölgede daha fazla aydın, ilerici öğretmen var. Çocuklar daha kolay Türkçe öğreniyorlar”.
“Kürt göçü” diyorum, “sebepleri nedir?” Kısa ve öz bir cevap alıyorum.
“Yüzde seksen siyasidir. Baskılar bunaltır insanları, onlarda göç eder. Yüzde yirmisi ise ekonomiktir. Özellikle gençler geleceklerini aramaya buralara gelirler”.
Kadın cinayetlerini, töre cinayetlerini ve bunların Kürtler arasında daha yaygın olmasının sebeplerini soruyorum.
Bir Kürt kadını: Kürt kadınları gerçek demokrasi ve gerçek barış istiyorlar. Çocuklarımızı medeni, barış içinde, kalkınmış, hür bir Türkiye’de büyütmek istiyoruz. Feodal yapının çözülme süreci çok zor oluyor. Korucu köyleri, dini özellikleri öne çıkan gruplar kadın ve töre cinayetlerinin sorumlusudur” diyor.
Bir başka kadın: “Bölgede feodal yapı azalmıştır. Kürt kadını hem toplumsal hem de siyasal yaşamda öncülük rolünü benimsemiştir. BDP içinde eş başkanlık denilen sistemle erkek başkanların yanına kadın eşbaşkanlar getirilmiştir. Yüzde kırk kadın kotası vardır, mahalle meclisleri kadın ağırlıklıdır. Kürtler için kadın hareketi teorik değil, pratik, yaşanan bir olgu haline gelmiştir”.
BDP Antalya İl Başkanı İhsan Nergiz ile görüşüyorum: “başkan” diyorum, Antalya’da dördüncü büyük partinin başkanısın, Antalya sorunlarıyla ilgili görüşlerine başvuranlar oluyor mu?”
“Antalya da” diyor, “beş belediye bir de Büyük şehir belediyesi var. Bunlar bugüne kadar ne düşünüyorsunuz, size oy verenler bu konuda ne düşünüyor diye bir kere bile kapımızı çalmadılar, bizi de davet etmediler. Bize oy veren 25 binin üzerinde insan var. Seçimlerde şu veya bu gerekçelerle iptal edilen oyların da çoğu bizimdir. Bu insanlar aileleriyle birlikte oldukça kalabalık bir nüfus demektir. Hiçbir devlet görevlisi, belediyelerde dâhil bize bu insanlarla ilgili bir tek soru sormadı, bir tanesi olsun öneri ve görüşlerimizi dinlemedi. Savcılıklar ise tam aksini yaptı. Ne zaman bir basın açıklaması yapsak, bir etkinlik düzenlesek, bir konser ya da ne bileyim bir düğün yapsak polisleri anında gönderdiler. Polis kameralarını burnumuzun içine sokacak şekilde yakınımıza getirdiler, etrafımızı polislerle çevirdiler. Ben yasal siyaset yapan yasal bir partinin yasal yöneticisiyim. Sanki i,legal bir kuruluşu yönetiyormuşum gibi davranılıyor. Bu da sadece beni değil, partime oy veren insanları da üzüyor. AKP zamanında olan Antkart gitti, CHP zamanında önce adı Halkkart, sonra da A kart olan bir kart getirildi. İnsanlar önce Antkart’a para verdiler, sonra Akart’a bu seçim propagandası sırasında söylenenlere tersti. Ailelere ilave yük getirdi. Şehir içi ulaşım içinden çıkılmaz hale geldi ve çok pahalılaştı. Buna itiraz ettiğimizde bile polis baskısıyla karşılaşıyoruz. Ben hakkımda açılan dava sayısını unuttum. Ne yaparsak yapalım, dava açıyorlar. Zannediyorlar ki yılar, bıkar susarız. Kürtler inatçıdır. Doğruları söylemekten bıkmazlar, kolay kolay da yılmazlar”.
“Başkan sen de sorun çok” diyorum, “peki Antalya’da siyasetçi olmak nasıl bir şey”?
“1990 sonrası 4500 köy yakıldı, yıkıldı”. Diyor.” Köyü yakılan insanlar göç etti, baskı altında kaçtılar, 10-15 aile bir göz yerlere sığındılar. Çoluk çocuğunu koruma duygusuyla hareket ettiler. Şimdi neden göç ediyorlar diyorlar. Köyleri, evleri, ocakları yakıldı, evlatları, anaları, babaları öldürüldü. Kürt coğrafyasında acı çekmeyen, bir yakınını, bir akrabasını kaybetmeyen insan yok gibidir. Halk kaçtı, göç etti, canını kurtardı. Şimdi billboardlara asılan afişlerde Kürt kelimesini kazımaya çalışanlar var. Hani burası ortak vatanımızdı? Ortak vatanda ırkçı, kafatasçı bir güruh kendisini ev sahibi, bizi misafir olarak mı görüyor? Geçen bir gencimize bu vatanda yaşıyorsunuz, bizim hastanemizi kullanıyorsunuz vs laflar edilmiş. Bunu hangi mantık söyleyebilir. Irkçı- kafatasçı yaklaşım toplumu ayrıştırmaya, halkların ortak bağlarını koparmaya ve ortak yaşamı ortadan kaldırmaya çalışıyor. 7000 kişi KCK davasından tutuklu cezaevlerinde yatırılıyor. Hem bu sorunu çözmeye hemde yaşadığımız ilin sorunlarına müdahil olmaya çalışıyoruz”.
En önemli sorunun ne olduğunu soruyorum: “Dil, dil, dil..” diyor, “ Hiçbir halk kendi anadilini parayla öğrenmez “. Diyor “ Kürtçe kurslarla bu işi götüremeyiz. Türkçe eğitim yanı sıra Kürtçede kullanılsa da daha iyi olur. Antalya’da ana sınıfından itibaren Türkçe eğitim veriliyor. Buna karşı değiliz. Türkçe ortak dilimiz, resmi dilimiz. Anadilimiz ise Kürtçe. Anadilimizde de eğitim hakkı istiyoruz. Bu bölücü değil aksine birleştirici, bütünleştirici bir taleptir. Bunun dışında yerel yönetimlere inisiyatif verilmesini, yerel yönetimlerin kuvvetlendirilmesini istiyoruz. Antalya tarım ve turizm gelirleri ile Türkiye’nin en zengin şehirlerinden biridir. Ancak çok güçlü bir merkezi yönetim bu gelirleri almakta ve çar çur etmektedir. Antalya’nın sorunlarını ve nasıl çözüleceğini Antalyalı bilir. Bunun için belediye meclisleri yasası değişerek güçlü yerel yönetimler, yerel meclisler oluşturmalıyız. O zaman belki ana dilde eğitim Antalya için bile sorun olmaktan çıkar. Kim hangi dilde istiyorsa o dilde eğitim alabilmesinin yolları bulunur”.
Başkan, Kürt çocuklar için temel sorun nedir?
“Dil, dil, dil…” diyor “ Çocuk her gün okulun önüne toplanıyor ve Türküm, doğruyum, çalışkanım diyen başlayan bir metni avazı çıktığı kadar bağırtılarak okutturuluyor. Bu çocuk Kürt ise bu bir travma. Türk çocuklar için bile travma. Çocuklar üzerinde bir baskı var. Yaşı ilerleyince çocuk daha reaksiyoner oluyor. Çocuklar üzerinden politika yapmaktan vazgeçmelidir ırkçı-kafatasçı anlayış. Kürt dili kamusal alana girmelidir. Sağlıkta, eğitimde kullanılmalıdır. Kürt yaşlı analar hastanede dertlerini anlatacak kadar bile Türkçe bilmiyorlarsa yanlış teşhis ve tedaviye mahkum olmakta ve bu da ciddi sağlık sorunları doğurmaktadır. Bir Kürtçe tercüman olsa ve o yaşlı kadının derdini doktora anlatsa daha iyi olur. Uçaklarda “Kemerlerinizi bağlayınız” anonsu en azından Kürtlerin yaşadığı şehirlere giden uçaklarda Kürtçe yapılsa bölünmeyiz, hastanelerde yön levhaları Türkçe, İngilizce, Rusça gibi dillerin yanı sıra Kürtçe de olsa kime ne zararı olur bunun. Devlet dairelerinde, mahkemelerde, hastanelerde, okullarda Kürtçe kullanılmalıdır. Bu bizi ayıran değil, bütünleştiren bir şeydir”.
Bu söyleşiler sırasında elliden fazla kişiyle görüştüm. Hepsi Kürt olan bu kişilerin büyük bir kısmı dil konusunu açtı, anlattı. Kürtçe çözülmesi gereken en önemli sorun olarak karşımızda duruyor. Antalya’da Kürtçe üzerine “mahalle baskısı” var. Hükümet, sağ siyasetçiler ve ırkçı- kafatasçı siyasi yapılar bunu körüklüyorlar. Kürt göçü ucuz emek kaynağı olarak görülüyor ve kullanılıyor. Her yerde yok pahasına çalışan Kürt emekçileri görmek mümkün. Kürtler insancıl bir bakış açısına sahip. Söyleşi boyunca Türkler veya bir başka etnik grup hakkında bırakın hakareti, kırıcı olan bir tek cümle bile duymadım. Hep karşısındaki anlamaya çalışan bir bakış açısına sahipler. Çocuklar bile kendilerine kötülük yapanı anlamaya çalışıyorlar. Söyleşide BDP il başkanı İhsan Nergiz hariç hiçbir isim ve fotoğraf kullanmadım. Bu de benden kaynaklandı. Zaten üzerlerine yeterli devlet baskısı var, bir de bu söyleşiden dolayı zarar görsünler istemedim. Antalya’da Kürt Olmak söyleşisini bir ilkokul çocuğunun sözleri ile bitirelim: “Ben her gün okulda Türküm, doğruyum, çalışkanım diyorum. Ama içimden de Kürdüm, ben de doğruyum, ben de çalışkanım diye fısıldıyorum…”