
Özgecan Aslan ve Dilek Doğan erkek eliyle öldürülen iki genç kadın.
Anımsarsınız Özgecan, üniversiteden servisle dönerken, sürücü tarafından öldürülmüştü. Başka erkekler de katile yardımcı olmuştu. Toplum bu kez gerçekten büyük tepki göstermiş, halka bakarak, devlet de tepki göstermek, ilgilenmek durumunda kalmıştı. Oysa o zamana dek ve her gün erkek eliyle kadınlar öldürülmekteydi, ama halktan pek de ses çıkmıyordu, sanki kadın ölümleri olağanmış gibi. Demek ki, ses çıkarmak, dayanışmak, sorunu çözmenin temeliydi.
Dilek Doğan’ın öldürülme nedeni, sabaha karşı evi basan polise “Galoş giy, ya da ayakkabını çıkar” demesiydi. Özgecan’ın katili sıradan bir vatandaştı, Dilek Doğan’ın katili ise devletin polisi. Halkın protesto ederek, eylemi yaygınlaştırması biraz zordu. Çünkü duyulan öykülerin verdiği korku, yaşanan korkudan daha etkiliydi. Hal böyle olunca, Dilek Doğan’ın haberi çok ses getiremedi, kendi çevresini ve biz kadınların yüreğini kavurmakla kaldı. Her kadın ölümünün gazetelerin küçük bir köşesinde kalışı gibi.
Korku, yüreğimizi esir alınca, biz sadece nefes alan, ama gerçekten yaşamayan canlılara dönüşmez miyiz? Acaba korkmamız için kendi başımıza bir şey mi geldi, yoksa uzaktan duyduğumuz korku öyküsünden mi saklanıyoruz? Korku, bizim empati kurmamızı, dayanışmamızı engellemeye yetmeli mi? Dayanışmazsak, başkasının acısına ortak olmazsak insan sayılır mıyız? Sadece kendimizi korumak yeter mi? Sıra herkese gelebilir mi?
Dilek Doğan, kendi evinde, yani özelinde öldürüldü. Özelimizi korumak hakkımız değil miydi? Gençler, çocuklar hepimizin değil miydi? Bu türlü acıları yüreğimizde duyabiliyor muyuz? Acıyı duymak, ağlamak, yas tutmak bir işe yarar mı? Bir şey yapmak gerekmez mi? Toplum olarak bizi en çok eğiten, baş eğdiren, eğitim aracı yaptığımız korku mu? Korku bize yapılacak her türlü haksızlığa karşı gelmememiz için bir alt yapı mı? Dilek, özel evinde korunamadı, bizi de duvarlar, teller, konaklar, saraylar koruyabilir mi? Yoksa gerçek koruyucu yürek, vicdan, sevgi ve insan olabilmek midir? Böyle olduğunu Müslüman bir genç Paris’te kanıtladı.
Paris katliamından sonra, Fransa’da Müslümanlara karşı sert bir tutum yaygınlaşınca, genç siyahi bireysel bir eylem yaptı. Şanzelize meydanına gelerek, gözlerini bağladı. “Ben size güvenen bir müslümanım. Siz de bana güvenin” yazan pankartı göğsüne taktı. Paris halkı toplandı, isteselerdi, onu oracıkta linç ederlerdi, ama ona sarılarak, güvenlerini kanıtladılar. Bu Müslüman gencin gösterdiği yüreklilikten daha büyük bir koruyucu olabilir miydi?