“En kötü barış, savaştan iyidir.”

Savaştan kaçan, üç bine yakın Rojavalı (Kobanili), altı ay kadar önce Antalya’ya sığındı. Her ne kadar devlet onları istemese de “Antalya’yı 15 gün içinde terk edin” dese de terk edemediler, edemezlerdi. Önceleri aile yanlarına sığındılar, kalabalık artınca, zor da olsa herkese küçük küçük evler bulundu. Onlara ev vermek istemeyenler, zaman içinde durumu anladıkça ikna oldular. Önyargılarını rafa kaldırıp yüreklerini de evlerini de açtılar.

Burada da yaşamları oldukça zordu, ama savaş ortamından daha iyiydi. En azından can güvenliği vardı. Antalya’yı tercih etme nedenleri ise sadece iklim koşullarıydı. Savaşın, kadın ve çocukları daha fazla etkilediği gerçeğinden hareketle, Kobanili bir kadınla söyleşi yapmak istedim, ancak ne ben onun dilini, ne de o benim dilimi konuşabiliyordu.

Sevgili Nurdan Eğer, tercüman oldu, bizi iki dilin kavşağında buluşturdu. Çeviri yaptığı her cümlede gözleri dolan Nurdan “Uzun zamandır içlerinde olduğum halde, her seferinde duygusallaşıyorum” diyerek, beden diliyle de savaşın insan üstündeki etkisini anlatıyordu.
Kobanili Hanım Hamed’i evinde ziyaret ettik. Her şeye karşın, konuğunu karşılarken, yüzünde güller açan Hanım, “Adım Hanım soyadım Hamed, başım gözüm üstüne hoş geldiniz” derken, soyadının açıklamasını da yaptı. “Eşim amca oğlu, o nedenle soyadımız aynı. Rojava’da kadın evlenince kocasının soyadını almaz, babasının soyadını kullanır. Doğan çocuklar baba soyadını alır.”
Kamile Yılmaz: Antalya’ya ne zaman geldiniz?
Hanım Hamed: Savaş başlayınca, Suruç’tan kaçak girdik. Çocuklarım küçüktü, biri de hasta sürekli tedavi olması gerekiyordu, çadırda olamazlardı, yokluk çadırda daha da zor, o nedenle gece, kimse görmeden Suruç’tan girdik. Antalya’ya da kaçak geldik. Altı aydır buradayız.
K.Y. Kaç yaşında evlendiniz, evleneli kaç yıl oldu?
H.H. On dört yıllık evliyim. 15 yaşında evlendim. Üç erkek, dört kızım var. Eşimin ilk evliliğinden de dört çocuğu var, toplam on bir çocuk. Kocam astım hastası. Aslında buranın havası ona iyi gelmedi. Sürekli öksürüyor, sigara da içiyor. On gün önce Kobani’ye gitti, orada kendine gelmiş, nefes alabilmiş. Bizim oraların havası çok güzeldir. (Bunu söylerken, gözleri bulutlandı, gülücüğü soldu.)
K.Y. Yüzünüz hep gülüyor, bunu nasıl başarıyorsunuz?
H.H. Aslında burada sürekli ağlıyorum. Hem yurdumdan, hem de sevdiklerimden uzaktayım. İlle de Kobani’den uzakta olmak zor geliyor. Ama gülebilirim de. Konuklarımın ne suçu var? Onlara karşı asık suratlı olmaya ne hakkım var?Ayrıca her şeye karşın gülmek gerek.
K.Y.Antalya’da geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
H.H. Eşim ve büyük çocuklar, geçici işlerde çalışıyor. Dil bilmediğimiz, yabancı olduğumuz için, hakkımızı arayamayacağımızı bildiklerinden hep istismar ettiler, zamanında paramızı vermediler. Bazıları da ücretimizi hiç ödemedi. Zaten çok az ücretle uzun saatler çalıştırıyorlardı. Oysa biz savaşlar olmasa, kaçmak zorunda kalmasak, asla gelmeyiz. Kobani’de aç da olsak, toprağını yemek zorunda da kalsak razıyız, yeter ki savaş dursun. Bizi kaçırttılar, ama biz Kobani’yi bırakmayız. Bizim oralarda hırsızlık, adilik olmuyordu. Kararlara saygılıydık, orası bizimdi, kaçtık, çünkü savaştan sonra da, oraya halk gerek. Herkes ölürse, insansız toprak neye yarar? O nedenle kadınlar, çocuklar, hastalar, yaşlılar, savaştan uzaklaştık.
K.Y. Kobani’ye ne zaman dönmeyi düşünüyorsunuz?
H.H. Kobani toparlanır toparlanmaz döneriz. Ben toprağımın kokusunu almak istiyorum. Kız kardeşim, kaynanam oradalar. Her gün onlar için ağlıyorum. Çocuğumuz hasta olduğu için dönemiyoruz. Kobani’de hastane sorunu var. Aslında bizim oralarda uzun yıllardır savaş var. Savaştan önce çocuğum Yusuf’u Ankara’da ameliyat ettirdik. Doğuştan mesanesi yok, bir dizi ameliyat olması gerekiyor. Suriye’ye, Halep’e götürdük, nereye gittiysek savaş var, ameliyat yapılamadı.
K.Y. Antalya’da başka insanlardan olumsuz tepki aldınız mı?
H.H. Burada Kürt’ten de Türk’ten de olumsuz bir tepki almadık. Bize herkes yardımcı oldu. Komşum benim dilimi bilmiyor, ben de onun dilini bilmiyorum, ama her sabah kendi dilimizde, birbirimize “Günaydın” diyoruz.
K.Y. Kobani’de kadın olmak nasıldı?
H.H. Kobani’de kadının ağırlığı vardı, kadın orada değerliydi. Parti düzeni girdikten sonra kadın ayaktaydı. Kobani Arapların elindeyken, biz esirdik, kapalıydık, pek dışarıya çıkamıyorduk. Eşlerimiz de çıkmamızı istemiyordu. Çünkü Araplar bize şiddet uyguluyor, taciz ediyordu. Kadınları kaçırıyorlardı. Hırsızlık yapıyorlardı.
Yönetim onlardayken hiç mutlu değildik. Korkuyorduk. Parti ortaya çıktı, yönetim bize geçti, özgürleştik. Artık korkmuyorduk, istediğimiz gibi geziyorduk. Savaştan önce özgürdük. Rojava kurulduktan sonra mutluyduk. Kadın sokağa çıktı.
Araplar bize “Siz bir gün bunun bedelini ödeyeceksiniz, biz savaştık, siz yer kazandınız” dediler. Ama yine de parti onları kovmadı. “Biz kardeşiz, yoldaşız, ayrımız gayrımız yok” dedi. Onları boş okullara yerleştirdi, ama onlar ilk patlamada bize zarar verdi. Rojava’da özgürlüğümüzü yeni kazanmıştık. Daha onun bilincine kavuşmadan, kaçmak zorunda kaldık.

K.Y. Antalya’da kadın olarak zorlandınız mı?
H.H. Biliyorsunuz ki kadın her yerde, her zaman yaşamı omuzlayandır. Hele savaş ortamında, yoksulluk içinde olunca, hayat kadın için daha da zorlaşıyor. Ne olursa olsun çocukları doyurmak, kayırmak zorundayız. Onların yaşama karşı direncinin artmasını sağlamak zorundayız. Yıkamak, temizlemek, biz kadınlara düşüyor. Her ne kadar yaşam ortak olsa da kadının yükü daha ağır.
Antalya’da da kendimi Rojava’da olduğu kadar özgür hissediyorum, dilimi bilen insanlar var, sıkıntı çekmiyorum. Çevremdeki insanlar bize yardımcı oluyor. Önceleri “Suriye’den gelenler hep hırsız oluyor” diyerek, bize yaklaşmıyorlardı, öyle olmadığımızı gördüler. Sadece kızlarım bahçelere işe gidince tedirgin oluyor, onlara bir kötülük gelir diye korkuyorum. Çünkü kız erkek sıkışık bir durumda arabalara dolduruluyorlar. Bizim orada kızlar böyle erkeklerle sıkışık oturup gitmezler. Kalabalık olursa, kızlar ayrı arabada gider.
Benim kendi adıma sıkıntım yok, ama az da olsa Kobani’den gelen diğer kadınların bazıları kocaları tarafından şiddet görmüşler. Rojava’da iki kadınla evlenmek, kadına şiddet yasaktır. Bazı erkekler buraya gelince, bir kadınla daha evlenmeye kalkışmış. Onlar Rojava’ya dönünce ne olacak bilmiyorum. Rojava, aynı zamanda bir kadın devleti, bu tür davranışlara izin verilmez.
K.Y. Sevgili Hanım, son olarak ne söylemek istersiniz?
H.H. Dünyada savaşların bitmesini istiyorum. Bütün insanlar, aydınlığa çıksın istiyorum. Herkes kendi yurdunda özgürce yaşayabilsin istiyorum. Ayrılığın en zoru, yurdundan uzakta olmak. Yukarıda da söylediğim gibi, ben Kobani’de olayım, savaş dursun, yoksulluk hiç önemli değil, yurdumun toprağını yemeye razıyım.
Hanım Hamed, burada sözlerini noktaladı. Genel şeyler söylemek zorunda kaldı, çünkü köşede kocası oturuyor, ikide bir de söze karışıyordu. Ben ne kadar ısrar ettiysem de Hanımla yalnız görüşemedim. Zaten dil sorunumuz da vardı.
Aslında bir şey söylemesine de gerek yoktu, çünkü yoksulluk boyundan büyük, sorumluluk dağlar kadardı. Yine de her kadın gibi kendini her sabah yeniden üreterek, yaşamı göğüslüyordu. Üstü başı eski giysiler içinde olsa da, yüzü gül açıyordu. Oradan ayrılırken sürekli ardıma bakıyordum, çünkü yüreğim Hanım Hamed’ te kalmıştı.
……………..

KOBANİ’DEN GELEREK ANTALYA’YA SIĞINANLARLA DAYANIŞANLAR
K.Y. Dayanışma grubunu nasıl kurdunuz? O süreci anlatır mısınız?
Adnan Eğer: Süreç bizi bir araya getirdi. Aslında Antalya farklıydı, önce 3-5 aile geldi.Gelen az olunca, kendi evlerimizdeki eşyayı paylaştık. Sonra gelenler artınca, yetmedi, HDP’ nin desteğiyle yardım komisyonunu kurduk. Çünkü 3000 kadar Kobanili geldi. Genelde gecekondu semtlerine yerleştirdik. Önce aile yanlarında kaldılar, insanlar evlerini onlara vermek istemiyordu. İki odalı evde altı aile yaşamak zorunda kalıyordu. Zamanla onlara küçük de olsa evler bulduk.
K.Y. Komisyon ne zaman kuruldu, kaç kişiydiniz?
A.E. Altı ay önce kuruldu. Önceleri 7-8 kişiydik, ama bize ilçelerden de yardım edenlerle yüz kadar olduk. Günlerce gece gündüz uyum içinde çalıştık. Yiyecek, giyecek ihtiyaçlarını tespit ettik, topladık, depoladık, ailelere dağıttık.
K.Y. Halktan tepki gördünüz mü?
A.E. Zaman zaman “Bunlar neden buraya geliyor?” diyenler oldu. Biz de onlara anlattık. Savaştan sonra da orada halk gerekiyor. Orada kalınca çocuklar, kadınlar ölebilirdi. Çünkü Rojava bir onurdur. Sadece orada yaşayanlar için değil, tüm Orta Doğu Halkları için.
K.Y. Gelenlerden geri dönenler oluyor mu? Buraya yerleşenler olacak mı?
A.E. Buraya yerleşmeyi pek düşünmüyorlar. Şu anda sekiz yüz kişi geri döndü. Burada bin beş yüz kişi kaldı, onlar da yol parasını buldukça dönecekler.

KOMİSYONDA OLANLARDAN AYSEL İBİLİ İLE SÖYLEŞİ
K.Y. Siz de komisyondaydınız, neler yaptınız, kadın olarak neler yaşadınız?
A.İ. Diyarbakır, Urfa, Adıyaman, Suruç’a sürekli yardım malzemeleri yolladık. İki gün içinde bir kamyon daha yollayacağız. Gece ikiye kadar çalıştığımız oluyordu. İki aydır Kobanililerin yardımlarını kapattık, çünkü onlar dönmeye başladılar. Kadın olarak ben bir zorluk yaşamadım. Kobanili kadınlar, her savaşta olduğu gibi, kadın olarak zorluk yaşıyorlardı. Yokluk içinde, evi, çoru çocuğu toparlamak kadına düşüyordu. Yok da olsa onları beslemek gerekiyordu. Antalya’ya gelince, eşinin üzerine yeni bir kadın getirmek isteyen erkekler de oldu. Bunlar genç değil, orta yaştakilerde oluyor. Gençler buna karşılar, zaten Rojava yönetimi de karşı. Orası bir kadın devleti.
K.Y. Kamyon bulma ve yollamada zorluk çektiniz mi?
A.İ. Göndermede sorun yok da para konusunda zorluk çekiyorduk. Kamyoncuları araştırıp bize yarı yarıya indirim yapanlarla yolluyorduk.
K.Y. Siz Suruç’a da gittiniz, yüreğinizi acıtan bir olay yaşadınız mı?
A. İ. Yüreğimi acıtan bir olay duydum. Savaş çıkınca, Kobani’deki Arap kadınlar, Kürt kocalarını ve çocuklarını terk edip Suriye’deki kendi ailelerine dönmüşler. Bu beni epeyce etkiledi. Çünkü kadın, çocuğunu terk edemez diye düşünüyordum.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here