
Eylül ayının ilk haftalarında Antalya Güzel Sanatlar Galerisi’nin bahçesinde ilginç bir sergi vardı.
İzleyenler şaşırıyor, dönüp dönüp bakıyordu. Bir kadın buruşturup attığımız kâğıtları tablolara dönüştürmüştü. Bu kadın, ışıl ışıl gülüşü, dost bakışıyla öğretmen Hikmet Özkaya’dan başkası değildi.
Hikmet Özkaya ile yıllar önce ilk karşılaşmamızda yeni emekli olmuştu. Henüz yüreğini okulundan, öğrencilerinden ayıramamış, “Emekli oldum” derken gözleri dolmuştu. “Okulun önünden geçemiyorum, zamanla alışabilir miyim bilemiyorum” demişti. Bu denli mesleğini, çocukları seven bir öğretmenle tanışmam beni heyecanlandırmıştı. O zamanlarda emekli olan çoktu, ama öğretmenlikten yorgun tümcelerle söz ederlerdi. Oysa Hikmet Özkaya, mesleğe başladığı günün heyecanını hiç yitirmemişti. Böylesi bir kadın, emekli olunca köşede oturabilir miydi? O da oturmadı zaten sürekli üretti. Masallar yazdı, resimler yaptı.
Atık kâğıtlardan tablolar yaptı. Yeni bir sanat dalının doğmasına neden oldu. 2007’den 2011’e dek 7 kişisel sergi açtı. Sergileri, tabloları ilgi ve hayranlık gördü. İzleyenler televizyon karşısında geçirdikleri boş zamana ah ettiler. Hikmet Öğretmen onların da yüreklerine hız yükledi. “Eve gidince biz de yapalım” dediler.
Bu yeni sanat dalı üniversitelerin de dikkatini çekti. “Kâğıtların Dansı” adıyla bu çalışmanın patentini aldı. 13-15 Ekim 2011’de Ankara Gazi Üniversitesi ve Kültür Bakanlığı (TESAM) Türk El Sanatları Merkezi düzenlemiş olduğu “El Sanatları Ustaları Sempozyumu”nda sergi açacak ve tekniğini anlatacak. Resimleri ve teknik bilgiler Sempozyum Kitabında yayınlanacak. Hacettepe Üniversitesi Kimya Bölümü’nde de 18 – 24 Ekim’de sergilenecek. Şimdilerde sempozyumun hazırlığı ve sergilerin telaşı içinde. Kâğıtların dansını toplumun her kesimine ulaştırmayı hedef edinmiş bir karınca kadın Hikmet Özkaya. Asıl hedefinin ise gençlik olduğunu söylüyor ve ekliyor; “Kâğıtların en fazla tüketildiği yer okullardır. Bu çalışmalarla gençlik, kâğıtların çok değerli olduğunu anlarken, bir yandan da masrafsız tasarım derslerinde malzeme olarak kullanacaktır.”
Kâmile Yılmaz: Emekli öğretmensiniz, denize bakarak çay içmek varken neden böylesi çalışmalara kalkıştınız? Bizim ülkemizde genelde emeklilik tembelliktir.
Hikmet Özkaya: Tembellik bana göre değil, ayrıca bu bir resim değil, isyan, başkaldırı, bir direniştir. Toplumun çılgınca tüketimine zorlanmasına isyandır. Kâğıttan zamana, sudan ormana, sevgiden aşka kadar her şey hoyratça tüketiliyor. Bu tüketim benim çok canımı acıtıyor. Buna şikâyet edip oturmaktansa, bir mum yakmak istedim. Kâğıtların dansını ürettim. Dans, özünde bir direniştir. Ezgi eşliğinde bedenin yaşama karşı bir direnişidir. Bu nedenle hoyratça tüketilen kâğıtları dans ettirerek, estetik bir sabırla bu talana direnme ve isyan için yola çıktım.
Kâmile Yılmaz: Böylesi bir çalışma yapmak nereden aklınıza geldi? Bir ustanız var mıydı?
Hikmet Özkaya: Ustam torunum. 2005’te gelinim Amerika’ya gitti. Torunumu bana bıraktı. Torunumu oyalamak için kâğıt kıvırmaya başladım. Torunum da bunları yapıştırdı. Manzara tamamlandığında inanılmaz bir görüntü çıktı, ben de şaşırdım. Torunum bana esin kaynağı oldu. Ona uydurduğum masallar kitap oldu. Sonra da bu sanat çıktı. İnsanoğlunun beyni yaratıcı, ama tutuklanmazsa. Yaşadığımız bu sistem toplumları tüketim çılgınlığına getirdi. İnsanlar ihtiyaç fazlası tüketime zorlanıyor. O yüzden her şey hoyratça tüketiliyor. Zamanlarımız tüketiliyor. Sevgiler, aşklar tüketiliyor. Üretmeden tüketen toplumlar yaratıldı. Bu duruma inatla direnmek gerektiği yönündeki düşüncem beni bu yola yöneltmiştir.
Kâmile Yılmaz: Resimlerinizi hangi kâğıtlardan oluşturdunuz? Renkleri bir gökkuşağı gibi zengin, sanki özel kâğıtlar gibi duruyorlar.
Hikmet Özkaya: O renkler, sorumsuzca tüketilen reklâm broşürlerinin kâğıtlarıdır. Resimlerin çoğunu onlardan oluşturdum. Yurdumuzun ve topraklarımızın gönüllü bekçileri olan ormanlarımızın talan edilmesine karşın renkli ve zarif kâğıtlarım dans ederek, bu talana direniyor ve “Dur” diyor.
Kâmile Yılmaz: Kâğıt için hâlâ ağaçlar kesiliyor. Oysa en kaliteli kâğıt, kendirden üretiliyormuş. Kendir dört ayda yetişirken, ağaç yüz yılda büyüyor. Siz de kâğıdın tüketimine en çok ağaçların kesilmesinden dolayı üzülüyorsunuz. Buna bir çare bulmak olası değil midir?
Hikmet Özkaya: Kıbrıslı bir sanatçı İnci Kansu, soğan kabuğu, ot v.b. dan kâğıt üreterek üstüne desenler çiziyor. Ağaç kesmeden de kâğıt üretilebilir. Yeter ki gençliğe bu yaratıların şansı verilip önleri açılsın.
Kâmile Yılmaz: Eserleriniz çok çeşitli bunların birçok tekniği olsa gerek, bize çeşitlerini ve kullandığınız malzemeleri söyler misiniz?
Hikmet Özkaya: Dergi, broşür, reklam kâğıtları gibi renkli kâğıtlar. Mukavva, karton veya kalın kâğıtlar. Yapıştırıcı malzemeler. Makas, kalem, vernik, çerçeve, çakıl taşı, boncuk, parlak payetler, boyalar, fırçalar, gazete hamuru gibi malzemeler kullanıyorum, ama hepsi atık malzemelerdir. Tekniğe gelince ; kıvırma, bükme, çizme, yuvarlama gibi işlemler yapılıyor. Aslında zor değil, insanın beynini de çalıştırıyor. Bizim gibi belli yaşta olanların unutkanlığını da engelleyecektir.
Kâmile Yılmaz: Tablolarınıza çok güzel adlar da vermişsiniz. Bu eserleri gören insanın içi açılıyor, serinliyor, yüzü gülüyor. Bize bu güzellikleri yaşattığınız için teşekkür ediyoruz. Siz “Öğretmen yaşam boyu öğrencidir” sözüne örneksiniz. İnsan yaşamında hep öğrenci olmalı. Bize öğretmence bir mesajınız var mıdır?
Hikmet Özkaya: Hayatta üretmeden tüketmek asalaklıktır. O yüz son cümlemi “Tüketime inat üretim” olarak bitirmek istiyorum.