
Aslında tam olarak “empati yapmak” değil söylemek istediğim. Bunun, yani kendisini karşı tarafın yerine koyarak bir durumu anlamaya çalışmanın çok zor olduğunu biliyorum Asıl söylemek istediğim, bir nesneye, olaya bir diğer açıdan bakmak. İsterseniz deneyin. Tam karşısında durarak görmeye çalıştığınız bir nesneye bir de aşağıdan, yukarıdan veya başka bir yerden bakmaya çalışın. Her açıdan gördüklerinizi yazın. Yazdıklarınızı okudukça siz de tanık olduğunuz farklılıklara şaşıracaksınız.
Teknoloji bilimin çocuğudur, bilimden doğar. Hiçbir bilim adamı, aslında doğada var olan, ama atıl bir durumda duran olguları bulup onun hayata uygulanması için çaba gösterirken, kazanacağı parayı düşünmez. O yalnızca, o buluşun insanlığa nasıl bir hizmet, nasıl bir kolaylık getireceğinin hesabını yapar. Ama teknolojiyi ele geçiren sermaye sahipleri ise, kazanacağı paranın ve yaşayacağı konforun peşindedir. Ona göre de planlar yapar. Yaşadığı gibi düşünür. Her türlü teknolojik kolaylık ve sermaye, elinin altında olduğu için de düşündüğü gibi yaşar.
Yaşadığınız kentte bindiğiniz, gördüğünüz yüz binlerce “lastik ayaklı demirden karıncalar”a, yani aslında bizim olmayan, bankalara ipotekli otomobillere hiç dikkat ettiniz mi? O otomobilin içindeyken pek dikkat edemezsiniz. Otomobilin dışına çıkın. Bir toplu taşıma aracına binerek oradan gözlemleyin. Bir binanın çatısına çıkmak size zor gelecek belli ki, bir kavşağa çıkın. Örneğin Antalya’daysanız 100. Yıl Bulvarı’na; Güllük, Yıldız, TRT Caddesine; İsmet Paşa Caddesi’ne veya Migros Kavşağı’na çıkın. Gelen-geçen arabalara bakın. Her birinin içinde bir-iki kişi ancak var. İşlerine veya evlerine gidiyorlar. Hepsi de acele ediyor. Bir-kaç yüz metrelik iki trafik ışığı arasında yüzlerce binek oto, birkaç tane de toplu taşıma aracı var. İki ışık arasını dört veya beş kez ışığın yanıp sönmesiyle ancak geçebiliyorlar. Her araç, o iki ışık arasında en az beş dakika zaman kaybediyor. Bu, araç sayısı dikkate alındığında yüzlerce dakika egzoz gazının atmosfere salınması demektir. Dünyanın en pahalı petrolünü tükettiğimiz ülkemizde yüzlerce litre yakıt tüketimi demektir aynı zamanda. Bu hesabın aracın içindeyken yapılabildiğini pek sanmıyorum. İşte, “diğer açıdan bakmak” dediğim şeyin biri bu. Akşamları hızlı çekimde ışık seli gibi; gündüzleri birbirinin peşinden koşan karıncalar gibi görünen durumun aslı bu.
Ayrıca, bu bir kişilik teneke kutu oyuncaklarına sahip olanlar! Çok da böbürlenmeyin. Çünkü arabaları satanlar, aynı zamanda bankalardan kredi verenler, yakıt doldurmak için kredi kartlarını elinize tutuşturanlar, yakıt istasyonlarının sahipleri hep aynı kişiler. Yani asıl kazananlar onlar. Siz ise bu koşullarda canavarınızla kol kola yolculuk halindesiniz.
Bir diğer tarafı da park sorunu. Kendisi güdümlü olan sermaye düzeninin planlamasını yapamadığı bir sorun da bu. Yollar, sokaklar sağlı-sollu, birerli-ikişerli araba dolu. İnsanlar evlerine geçecek yol bulamıyorlar. Bütün bunlar bize kalkınma olarak sunuluyor. Bizim çarpıtılmış zihinlerimiz de bunu hiç zorlanmadan kabulleniyor. Ya da işin kolayına kaçıp, hangisi işimize geliyorsa onu benimseyip geçiyoruz. Yani bir” kalkınma masalı” dünyasındayız.
“Yeni üst geçitler yapıldı, bu sorun da çözüldü” diyorsanız, hayır çözülmedi. 2006-2007 yıllarında yapılan o “battı-çıktı”lar o günlerde trafiğe kısmen bir rahatlama getirmişti. Yakında yapılan üst geçitler de bir süre sonra çözüm olamayacak. Zaten siyasiler ve sermaye çevreleri de bu işi aslında çözüm olsun diye yapmıyorlar. Çözüm olarak görünsün, halk biraz oyalansın, köprüleri, geçitleri yapanlar da bu işlerden para kazansın, kendi iktidarları da sürsün diye yapıyorlar. Gerçek amaç halkın ulaşım sorununu çözmek; refah düzeyini yükseltmek olsaydı, toplu taşıma sistemine, demir yolu ve deniz yolu taşımacılığına ağırlık verilirdi. Böylece de, yapılan işten özel sektör değil kamu sektörü kazanırdı. Herkes işine stressiz, daha çabuk ve güvenli, çevrenin ve diğer canlıların da zarar görmeyeceği bir şekilde gider-gelirdi. Dağlar, taşlar Halaç pamuğu gibi atılıp tahrip edilmezdi. Milyonlarca yılda oluşmuş ekolojik denge bozulmazdı.
Hepsinden önemlisi de örneğin 2015 Temmuz sonuna göre trafiğe kayıtlı araç sayısı 19.541.369 adet olmaz; 5 yılda 35.846 kaza yaşanmaz, 1.754 kişi ölmez, 1.940 kişi de sakat kalmaz, bu felaket tablosu da bize kalkınma olarak sunulmazdı.