Kadercilik her iktidarın sarıldığı can simidi. Gerçekten işe yarıyor.
İnsanların ne denli canı yanarsa yansın, isyanı önlüyor. Başkaldırı asla düşünülmüyor. Öğretmenliğimin ilk yıllarında çalıştığım bir beldede, birisi suç işlese “Yapana değil, yaptırana bak” diyerek suçunu hemen örtbas ederlerdi. Tanrı onun kaderine bu suçu yazmışmış, ne olursa olsun bunu yaparmış. Onun için de ona kızmaya gerek yokmuş. Kasabada hemen herkes böyle düşünür, davacı olan çok az olurdu. Çok sürmedi zaten o belde tarikatın kalesi oldu.
Şimdi Soma’da yaşanan felaket için de iktidar kaderi öne sürüyor. Zaten kaderi anlatacak çok fazla eleman var. Yüzlerce maden işçisi yaşamını yitirmiş, en azından geride kalanların ayakta durabilmesi için yapılanlara bakın: on psikiyatra karşı, beş yüz din görevlisi gönderilmiş. Bunun açılımı; “Ölümü kabullenin, bu sizin kaderiniz” demek değil de ne? İmam halka anlatıyor. Diyor ki; “kaderi, insan eliyle yapılan hiç bir şey engelleyemez.” Biliyorsunuz, konu din olunca, itiraz edilmez, gözü kapalı inanılır. Nedenleri sorulmayan konuların açıklanabilmesi olası mıdır? Her zaman akıl ve düşünceleriyle değil de duygularıyla ülkeyi yöneten başbakan, ölenler için “Bu işin fıtratında var” diyerek iki yüz yıl önce Fransa’da olan maden kazasını örnek verdi. Sonra da bir genci tokatlayarak, “Başbakanı yuhalayan tokadı yer” dedi. Bu kadar can pazarının olduğu yerde, acıyla her söz denebilir demediler de acılı insanları yerlerde sürüklediler. Polislere dövdürdüler. Ey polis; insan acılı kardeşine el kaldırır mı? Yüreğinizde hiç mi sevgi kalmadı, hangi kuraklık sizi bu denli kuruttu? Şu dizeler aklına hiç gelmiyor mu? “Demiri demirle dövdüler biri sıcak biri soğuktu. İnsanı insana kırdırdılar, biri aç biri toktu.”
Yeraltından çıkıp kurtulabilen iki emekçi de bize yaşam boyu unutamayacağımız bir ders verdi. Biri “Üç dört yıl daha çalışmak zorundayım, kredi çekmiştim. Yine bu madende çalışacağım” diyerek, açlığın ölümden daha ağır olduğunu duyumsattı. Diğeri yaralıydı. Sedyeye yatırılırken, acısına aldırmadan, ak pak çarşafı çizmelerinin kirleteceğini söyleyerek, onu ne hale getirdiğimizi suratımıza haykırdı. Bu sistemin ak çarşaflarının, emekçiden daha değerli olduğunu anımsattı. Ciğerimize açılan bu yara nasıl iyileşir? Bu ülkede işçinin, çocukların, kadınların ne halde olduğunu bundan daha iyi ne anlatabilir?
İnsan merkezli yatırım yapılmayan, paranın insandan daha değerli sayıldığı ülkelerde, kadercilik ve ölümü öne çıkaran programlar yapılıyor. Yaşam için bir şey verilemediyse, ölüm için vererek susturuluyor. Yalnızca bizde değil, halkına refah sağlayamamış tüm ülkelerde.. Örneğin Güney Kore. Yanı başında Kuzey Kore halkı insanca yaşarken, Güney Kore’de intiharlar artıyor. Bunun önüne geçmek yerine, insanlar ölümü daha kolay kabullensin diye, devlet ölüm kursları açıyor. Bizde de benzer bir olayı anımsarsınız; bir prof. “Karbon monoksitle ölüm, tatlı bir ölümdür” demişti. Oysa verilecek örnek ölüm değil yaşam olmalıydı. Örneğin Şili’de 69 gün sonra yer altından çıkarılan maden işçileri sağ olarak çıkmışlardı. Çünkü onların sağ kalmaları için her şey yapılmıştı.
Bunca acıyı taşıyamayan yürekler, Antalya’da ve ülkenin her yerinde yerden göğe haklı eylemler yapıyor. Bundan daha doğal ne olabilir? Ey balkondan eylemcilere şişe atan kardeşim, senin yüreğin yanmadı mı? Çocuklarına nasıl hesap vereceksin? Eğriyi doğruyu nasıl anlatacaksın? Sobanı yakarken, kovaya kömürü iç rahatlığıyla nasıl dolduracaksın? Kara kömür, sana yitirdiğimiz bunca canı anımsatmayacak mı? Kömür dile gelip sana “Yaktığın kardeşinin kanıdır” demeyecek mİ? Gel kardeşim, in aşağıya ver elini hak için yürüyelim. Yürüyelim ki, bir daha böylesi canlar yanmasın.