
Adı: Sürgün Günlerinde Aşk (KAMURAN) 216 sayfa. Kanguru Yayınlarından çıktı.
Yazarı: Sevim Korkmaz
Sevim Korkmaz , tanıdığım en iyi yazarlardandır. Yazarlığına sosyalist ve feminist kültür, bilinç de eklenince, yazdıklarını okumaya doyulmuyor. Hani derler ya “Testinin içinde ne varsa dışına o sızar” diye. Testinin içinde ne olduğu çok ama çok önemli. Bu romandan önce; Araştırma kitapları yazdı. 12 Eylül gecesini anlatan “Karanlık Bir Geceydi” romanı, onu “Delikaya Rüzgarı” ve “Küba’da On Gün kitapları takip etti. Barış imzacılarından olduğu için iki yıl önce gözaltına alındı, orada da “Bir Kadının Gözaltı Günleri” adlı kitabı yazdı. Oldukça dolu ve üretken bir kadın. Bir ay önce, Çavdır’a ziyaretime geldi. Benden daha da disiplinli olduğu için, on günde dört kitap okuduk birlikte onların üzerinde tartıştık. Normalde ben o kitapları bir ayda ancak okurdum. İşte böyle bir yazardır Sevim Korkmaz.
Romandan önce “Küba’da On Gün” kitabından söz etmek isterim. Küba’ya çok giden oluyor, merak eden de çok fazla, ama yukarıda da dediğim gibi, sosyalist bilinci olan gerçekleri görebiliyor. Elbette bunun üstüne yazarlığını da ekleyince, Küba’yı daha önce yazanların ne kadar yüzeysel anlattıklarını hemen fark ediyoruz. Görseli de bol olan bu kitapta Küba’nın tarihinden, günlük yaşamına dek dosdoğru anlatıldığını görüyoruz. İster istemez “Yazarın kültürü çok önemli” demekten kendimizi alamıyoruz. Sevim ile birlikte gidenler, kitabı okuyunca şaşırarak, “Biz bunları neden göremedik” demişler. Görmek eylemi, bilmekle kardeş değil mi? Perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir derler ya, Küba’dan sonra İngiltere’yi anlatırken de yazarın tarihi ve günceli nasıl takip ettiğini anlıyoruz.
Son romanı “KAMURAN”, 12 Eylül’den sonra yurt dışına savrulan (İngiltere)gençlerin dramını anlatıyor. Aynı zamanda; İngiltere’nin nasıl bir militarist ülke olduğunu oya gibi işliyor. İngiltere’ye varınca özgür olacağını sanan genç adamın, cam tavanlı hapishaneye düşünce, nasıl da düş kırıklığına uğradığını, Türkiye’de kalan sevgilisinin bekleyişini ve ülkede yaşananları önümüze sofra gibi seriyor. İnsan bu sofradan kalkamıyor, kitabı elinden bırakamıyor, çünkü anlatılan herkesin hikayesi.
Demokrasisi ile övülen ülkede, insanların nasıl da yalnız olduğunu, insan sıcaklığının oraları terk edeli uzun zamanların geçtiğini, romanda yazılan olaylardan anlıyoruz. Birey olma masalının ardında, bireyciliğin işlendiğini, kraliçenin ülkesinin perde arkasını okuyoruz. Romanın sonunda “İnsanın anayurdu, çocukluğudur. Kimse ülkesini terk etmek zorunda kalmamalı.” demekten kendimizi alamıyoruz. Aynı zamanda , “Nedir bu meta hırsı? Dünya herkese yeter.” demeyi de unutmuyoruz. Şu salgın hastalık yüzünden özgürlüğümüzden gönüllü vazgeçtiğimiz günlerde, bu roman herkese serin bir rüzgar gibi gelecek. Bilgileriniz tazelenecek.
Romandan bir paragraf ekleyerek, yazıyı bitiriyorum. Romanın kahramanı Kamuran şöyle diyor: “İnsanlar ait oldukları halkın, ulusun, gelenek ve göreneklerin taşıyıcısı. İnançlar, ideolojiler iç içe geçiyor. Ülkemizde ateistlerin dualarla gömülmesi, cenazelerin camilerden ya da cem evlerinden kaldırılmasını sorgulamıyoruz bile. Şaşırmıyoruz. Ölüme çok fazla anlam mı yüklüyoruz? Ülkemizde inancına bağlı kalarak, mezarının gizlenmesini isteyen Aziz Nesin’den başka kim var ki? O mezarın yerini bilen az sayıda insan olsa da.”
Romana çok kolay ulaşabilirsiniz. Evlerde kapalı olsak da teknoloji, dünyayı önümüze seriyor. Size iyi okumalar. Sevim’in de eline, kalemine, aklına, sol düşüncesine sağlık. Nice romanlara.