Her mevsimi bir ayrı güzel olan emekli kenti Antalya’da yaşıyordu.

Yirmi beş yıllık emeğinin karşılığı olarak da bir arabası olmuştu. Aralık ayı sonuna doğru bir yazı geldi postadan. Bir miktar borcu olduğu yazılıydı. Muratpaşa Vergi Dairesine çağrılıyordu. Evi yakındı. Arabasını almadan gelen yazıyı aldı, vergi dairesine doğru yola koyuldu. Kaldırıma, trafik ışığının hemen dibine konmuş arabaların arasından zorlukla geçerek ilerledi.

– “Yahu bu ne! Arabalardan insanlara yaşayacak yer kalmamış. Bu kadar çok araba mı olur? Buna para mı yeter? Benzin mi yeter?” diye homurdandı.

Yüksek  sesle  söylenmiş olmalı ki biri ona yanıt verdi:

“ Yok be! Bu arabaların hepsi onların değil. Çoğu bankaların. “ 

Adam, “Yaa, demek ki pek çoğumuz aslında bizim olamayan arabalara biniyoruz. Ama vergisini biz ödüyoruz.” Dedi içinden.

Vergi dairesinin önüne gelmişti.  Yukarıda bir yazı vardı: “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır!”

Biraz düşündü. Demek ki vergi vermek kutsal bir işti. Neden herkes bu kutsal işe karşı aynı duyarlılıkta değildi? İyi ama, vergi vermek için de kazanmak gerekiyordu. ..

Kapı kendiliğinden açılınca geldiğini anladı. Katlayıp cebine koyduğu kağıdı çıkararak merdivenlerden aşağı indi. Soldaki bölüme doğru ilerledi. İçeri girer girmez önüne ilk gelene sordu:

“Bana bir yazı geldi. Borcum olduğunu yazıyor. Herhalde, arabamın temmuz vergisini ödemeyi unuttum. Nereye gideyim?”

Memur, biraz ileride ve yukarıda görünen yazıyı göstererek:

“ Bak dayı ! Şu ilerideki, büyük harflerle yazılmış görünen MTV yazılı yerden sıraya gir. Sıran gelince arkadaşa elindeki kağıdı ver.  Sonra da vezneye öde! Dedi.

Sıraya girdi. “Bu adamın herhalde, küçük yaştayken babası ölmüş. Sınadım, böyleleri hep bizim yaştaki erkeklere  -dayı- diyorlar.  Anaları da, bunlara, çevredeki insanlar yanlış anlamasın diye, diğer erkekleri  -kardeşi- gibi tanıtmış olmalı.” Diye düşünürken sırasının geldiğini fark etti. Veznedeki memur:

“İki yüz otuz sekiz lira! Dedi ve açıkladı:

 “Asıl vergin iki yüz iki liraymış. Ama sen zamanında yatırmayınca gecikme zammı uygulanmış.”

Diyecek şey çok ama yapacak bir şey yoktu. Borcunu ödedi, asansöre doğru yürüdü. Evine gidecekti. Birinci kata bile asansörle çıkmayı istedi. Madem ki kendinden, gecikme zammını almışlardı, o da merdivenlerden çıkmak yerine, asansöre binmeliydi ki bir miktar ödeşmiş olsun.

Yürüdü. Kapı açıktı. Kendisiyle birlikte altı kişi daha bindi. Herkes ayrı bir düğmeye bastı. Beş düğmenin beşi birden kırmızı kırmızı yandı.  Birinci katta durdu.  Bir kadın sesi:

 “Kalekapı Vergi Dairesine hoş geldiniz!” dedi.Elleri mavi dosyalarla dolu bir kişi indi. İkinci kata çıktılar.

 “Düden Vergi Dairesine hoş geldiniz!” dedi aynı kadın sesi. Hoşlandı. Yanındakine dönerek:

“ Ne güzel ! Herkese nerede ineceğini de söylüyor .” dedi.

Yanındaki, takım giysili, mavi kıravatlı olan adam gülümsedi ve arka arkaya sıraladı:

 “Bunlar hep birer  ışıltı amca! Aslında  gerçek başka. Bu küçücük ışık başka şeylerin görülmesini engelliyor. Çünkü geceleri bütün kadınlar ve şehirler güzeldir. Çünkü ışıltılar gözümüzü kamaştırır, biz de kadındaki ve kentteki o çirkinlikleri göremeyiz.” Dedi. Ve indi gitti.

Kafası karışık bir durumda,  diğer dört kişiyle birlikte beşinci kata kadar çıktığını fark etmedi bile. Beşinci katta asansörden çıktı. Merdivenleri ,  kalabalıkların arasından geçerek, yürüyerek indi. Sağdaki kapıdan çıkıp anayola ulaştı. Yolun iki yakasındaki küçük tezgahlarının başında, simit, portakal,  limon, domates, salatalık, kuru yemiş, incik- boncuk satan çemberi gül oyalı, ayağı şalvarlı kadınların yanından geçerek evine doğru ilerledi.

“Yazık!” dedi. “Bir de kriz yok diyorlar. Kriz yok da bu kadınlar niye kış günü sokakta, bir avuç bir şey satıp da evlerine üç- beş kuruş götürmek için bu kadar çileyi çekiyorlar. Ben niye vergimi ödemekte bu kadar zorlanıyorum?”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here