
“Laiklik, bilinen tanımıyla ‘din ve dünya (yeryüzü) işlerinin birbirinden ayrılmasıysa ‘ bilimsel yaklaşımın ışığında da gerçek ve nesnel olanla, salt inanca bağlı olanın birbirine karıştırılmaması gerekir. Bu ilke, kişi ile Tanrı arasına girmemek anlamındaysa ortak olarak paylaştığımız nesnel, dış dünyayı bize tanıtan, açıklayan bilime, ona dayanan eğitime dinin sokulmaması gerekir. “ (Yaman Örs /Bilim Teknik / Kasım 1981/sayfa 24)
…………………………………………………………………………………………
Madımak katliamı “dinsel gericilik” “bir şeriat kalkışması” diyerek o günün koşullarıyla açıklanacak bir olay olmamalıdır. Olay tek boyutlu bir basitlikte değildir. O gün beş-on bin gericinin birkaç günde bir araya gelip saldırmasıyla gerçekleşen yüzeysel bir olay da sayılmamalıdır. Her olay gibi bunun da öncesi vardır.
Örneğin, 23 Aralık 1930’da yaşanan Menemen ayaklanması Cumhuriyetten sonra ve Cumhuriyeti yıkmak için yapılan ciddi bir kalkışmadır. Bu kalkışma sonrası Mustafa Kemal’in tavrı oldukça radikaldir. Faillerin hemen cezalandırılması, olaya karşı çıkmayan Menemen halkının başka yerlere yerleştirilmesi kararı verilir. Böylelikle yeni kuşaklar eski Menemen’i görerek bir daha şeriat için ayaklanmaya cesaret edemeyeceklerdir.
Bu karar uygulanmaz. Ancak 34 kişi idama mahkûm edilir. (Bu idam edilen kişilerden birinin Bülent Arınç’ın dedesi olduğu söylenir.) Son on yılda yaşananlara bakarak, birilerinin o günün öcünü almaya ve bu işi kan davası haline getirmeye çalıştığını düşünerek “keşke idam edilmeselerdi” diye düşünüyorum. Ama bir şeye de dikkat çekmek istiyorum: O kafası kesilen, Madımaklarda yakılan, ipe çekilen, 1 Mayıslarda kurşunlanan, kılıçlardan geçirilen insanların yakınları değil de, -nedense- kıyımı yapanların zihniyetinden olanlar hep kin tutmuş, yeniden yeniden öldürme isteği duymuşlardır. Buradan şöyle bir saptamaya varıyorum: Bu adamların aldıkları eğitimler ve inançları, insanlar ve inançlar arası barışı engelliyor. Bir yaratana inanıyorlar ama yaratandan dolayı yaratılmışı hoş görmek sözde kalıyor. Yani aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz.
Devletin yönetiminde olanlar tarafından “siz isterseniz halifeliği bile geri getirirsiniz” denirse, seçim meydanlarında Kur’an alet olarak kullanılırsa, örneğin 1969’da TÖS’ün toplantısında öğretmenler Kayseri’de toplantı salonunda yakılmaya çalışılır da failler cezalandırılmazsa, Maraş katliamının failleri siyasi iktidar tarafından yıllarca korunursa elbette Madımak’lar yaşanır.
Madımak, yoksul Anadolu halkının tarlalardan toplayarak yemeğini yaptığı bir bitkinin adı değil artık. Bir türkünün adı da değil. Madımak o günden sonra, devletin gözü önünde, sekiz saat gibi koca bir günün diliminde, doğru dürüst bir kurtarma yardımı yapılamadan, içinde çocukların da bulunduğu 33 insanın yakılarak öldürülmesinin adıdır.
Kimi Sivaslılar olayı halen Sıvas’a yakıştıramamaktadır. Yalnız gözden kaçan bir tarihsel bir geçmiş vardır. Elbette yalnızca Sivas’lı olmakla veya olmamakla açıklanacak bir olay değildir. Bu büyük ayıp gericilikten, bölücülükten, zulümden beslenen sistemin ayıbıdır.
Zeki Coşkun, tarihten örnekler vererek Sivas’ı “uçlarda yaşayan bir şehir” olarak niteler. Yani her düşüncenin uç insanları (radikalleri) buradadır. Süleyman Demirel ise bunu desteklercesine “Sivaslıya dikkat edin, kav gibidir” der. Yani küçük bir kıvılcımda bile hemen ateş alır. Elbette bunda kentin etnik yapısı, Selçuklu Devleti döneminden bugüne dek yaşanan isyanların, katliamların büyük etkisi vardır.
Bildiğiniz gibi, Pir Sultan Heykelinin açılışı törenlerine katılmak üzere bir kısım halk ozanları ile çocuklardan oluşan semah ekibi 30 Haziran 1993’te Sivas’a gelirler. Gelen konuklar arasında Aziz Nesin de vardır. Bir konuşma yapar. “Her inanca saygısı olduğunu, ama Alevilere daha çok saygı duyduğunu, Türkiye Müslümanlarının Arap Müslümanlarına benzemediğini” söyler.
TGRT muhabirine “Ben farklı bir şeye inanıyorum. Senin inandığına inanmak zorunda değilim. Sen de benim inandığıma inanmak zorunda değilsin” der. Ertesi gün şehrin her tarafına şöyle bir bildiri dağıtılır:
“Salman Rüşdi köpeği ve onun yerli uşağı Aziz Nesin, yanındaki ekiple birlikte, Müslümanlarla alay etmektedir. Kâfirler bilmelidir ki İslamı korumak için verilecek canımız vardır. Gün, Kuran’a, Allah’a, Hz. Muhammet (S.A.V.)’e yöneltilen çirkin küfürlerin hesabının sorulma günüdür.”
Oysa öyle bir küfür yoktur. Amaç geçmişte Maraş’ta, Çorum’da, Kayseri’de, Divriği’de yaptıkları gibi halkı kışkırtmaktır. Bunu da başarırlar.
Katliamdan sonra bile katiller korunur. Mahkemelerde bile yakınlarını kaybeden insanlara saygısızlık ederler. Mahkeme heyetine bozuk para ve tırnak çakısı fırlatarak saldırırlar. Polis tarafından aranırken kimisi askerliğini yapar. Kimisi resmi nikâh yaptırarak evlenir. Hatta sigortalı olarak çalışan bile vardır. Yangın gecesi kurtulmaya çalışan Aziz Nesin’ni merdivenden iterek düşürmeye çalışan Cafer Erçakmak ise -on sekiz yıl nerede saklandıysa- ancak ölünce yaşadığı ve korunduğu anlaşılmıştır.
Kerbelaları, Madımakları, 1 Mayıs 1977’leri, Maraş’ları anmak bir yarayı kaşımak, kini yaşatmak için yapılmıyor; bir daha Kerbelalar, Madımaklar, 1 Mayıs 1977’ler, Maraş’lar yaşanmasın diye yapılıyor.
Çünkü “GEÇMİŞİ UNUTANLAR ONU YENİDE YAŞAMAYA MAHKÛMDUR. “