
‘…
Dilim yanmış susturulmaktan, gözlerim büyümüş
Yuvarlanan taşta saklı benim tarihim
Merak eden dinlesin
Yoksa hiç kimse bilmeyecek içimdeki meseli
Herkesin kanı donmuş, herkes karanlık başkasına
Bir çocuğun eli içimdeki ayazda
Bunları söylerken korkuyorum
Buruştu coğrafya
Kimse boşuna aramasın
Kelebekler de gitmiş
Ağzınızda çiviler, zehirli ten kokunuz’
( İçimdeki Mesel – Duygu Kankaytsın)
Kendimi bu aralar ‘bibliyoman’ gibi hissediyorum. Ankara’dan, İstanbul’dan, Diyarbakır’dan, Antalya’dan; ordan burdan… aldığım kitaplar, okunma sırası için masamda bekleyip duruyor. Arada bir okunma önceliği olmayanları rafa kaldırıyor, rahatlıyor, kendimi kandırıyorum. Müslüm Yücel’in ‘Edebiyatta Ölüm ve İntihar’ kitabını yaklaşık on yıl önce almış, bir süre masamda tutmuş, sonra rafa kaldırmıştım. Yıllar sonra ancak okuyabildim.
Müslüm Yücel, 1969 Urfa doğumludur. Pek çok araştırma – inceleme ve şiir kitabı yayımlanmıştır. Evrensel Yayınları’ndan 1994’te yayımlanan ‘Kalbimizin Kuyusunda Kardeştir Yaralarımız’ şiir kitabı bende iz bırakan kitaplarındandır.
(Kişisel bir anıyı anlatmam gerek. Özgür Ülke gazetesinin Kadırga’daki binasının Aralık -1994’te bombalanmasından yaklaşık bir yıl önce gazetenin terasında ben, Erkan ve Müslüm Yücel bir araya geldik. Güncel politikadan, şiirden ve yayımlatmayı düşündüğümüz kitaplarımızdan – o zaman ikimizin de kitabı yoktu – konuştuk. Müslüm Yücel kısa süre sonra cezaevine düştü, sonra gazete bombalandı, hayatın hengâmesi içinde birbirimizi kaybettik. Erkan mı o da şiiri bıraktı, hayatın derdine düştü.)
Müslüm Yücel, Edebiyatta Ölüm ve İntihar’da, ölüm ve intiharı felsefi, dinsel ve edebi metinler çerçevesinde tarihsel zeminine oturtarak geniş bir çerçevede irdeliyor. Müslüm Yücel; Homeros, Sokrates, Platon, Aritoteles, Nietzsche, Heiddeger, Sartre, Durkheim, Freud, Farabî, Gazalî, Mevlana, Kafka, Dostoyevski, Tolstoy, Cervantes, Balzac, Plath, Nilgün Marmara, Pavase, Gorki, Goethe, Virginia Woolf, Walter Benjamin, Dante, Genet, Sadık Hidayet, Şemsettin Sami, Ahmet Mithat, Namık Kemal, Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Beşir Fuad, Peyami Safa, Nihal Atsız, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nazım Hikmet, Orhan Veli, Edip Cansever, Oktay Rifat, Ehmedê Xani… vb sanatçıların yapıtları odağında ölüm ve intiharı deşer, 12 Eylül sonrasını yazmaz, yazmak isteyenlere ‘ev ödevi’ verir.
Ölüm neyse de intihar için temel neden özetle sanatçının hayatla barışık olmama halidir. Müslüm Yücel, pek çok ülkenin edebiyatına değinir, intiharları anlamaya, anlatmaya çalışır. Ben bu yazı bağlamında Sovyetler Birliği’ni masaya yatıracağım. Bu çerçevede şunları söylüyor Müslüm Yücel: ’’… Sovyetler Birliği’nin bir romanı varsa bu on dokuzuncu yüzyıl romanıdır. Devrim sürecinde ve devrimden sonra yazılan romanların roman mı yoksa devrimci yazarlara verilen birer görev mi oldukları hâlâ tartışmayı bekleyen bir sorudur. Bu dönem yazardan beklenen parti için üretimdir ve bunun dışında kalmak bu dönem imkânsızdır. Sovyet edebiyatı dendiği zaman akla edebiyat değil, devrim için verilen mücadelenin nasıl temsil edildiği gelmektedir. Edebiyat faşizme karşı savaşın aracı olmuştur. Final cümleyse hep şudur: Sovyet Edebiyatı, Sovyet halkının canlı aynasıdır. Devrim dönemi yazarları büyük bir miras almışlardır, ancak devrim bu mirası çok kolay harcamıştır. İşte Mayakovski, işte Blok, işte Yesenin ve daha niceleri.’’ (1)
Artık biliyorsunuz alıntının son tümcesindeki üç şair de intihar ettiler.
Müslüm Yücel, tümcelerini buradan sürdürerek, sözü Eylül – 1994’te İstanbul‘da intihar eden sevgili Soysal Ekinci’ye getirir. Soysal Ekinci, 12 Eylül öncesinin politik kuşağındandır. Gözaltında ve cezaevinde ağır işkenceler görür. Tahliye olur. Köprülerin altından çok sular akmıştır. Bambaşka bir hayat vardır artık dışarıda. Sevgisizliğe, paranın tek değer oluşuna, acımasızlığa, kaybolan yoldaşlığa… alışamaz. Alışmak istemez. Yazmasına, kitapları olmasına karşın 1991’de ‘susma’ kararı alır, 1994’te ise artık sonsuza kadar susar.
Müslüm Yücel, sözü Soysal Ekinci’ye bağlar demiştim ya şunları der: ’’… Mayakovski’ nin penceresinden Soysal Ekinci’ ye, Soysal’ in penceresinden Mayakoski’ ye baktığımızda çok benzerlikler görülüyor ki anlatmak mümkün değil. Soysal Ekinci öldüğünde kırk yaşındaydı ve kırk yılın altı yılını cezaevinde direnişle geçirmişti. İlkokuldan itibaren yatılı okumuş; daha çocuk denecek yaşta devrimci romanlarla tanışmıştı. Örgütlü bir yapının içinde profesyonel olarak çalışan Ekinci, şiirlerinde inancı ve aşkı aynı iplikle örmüştü. Kürtçe’nin yaralı ezgilerini yüreğinin kafesinden bir kuş gibi şiirin maviliklerine uçurmuştu. İntihar hiçbir şiirde ne izlek ne de küçük bir ayrıntı olmuştur. ‘Sonun başlangıcını bildiren ilk kurşun daha dün atıldı / Her gün yeni bir Kızıldere yaşanır / Her gün Nurhak gibi bir dağ ateşler içinde kalır’ der ve Kürt ve Türk halkının devrim mücadelesini anlatır. Sevdasını ipekli bir kilim gibi dokur, denizlerden toplar maviliğini gökyüzünün; saltanata ve emperyalizme bazen kalemiyle bazen beyniyle karşı koyar…’’ (2)
Soysal’ı intihara götüren hayatın; yalnızlığının, uyumsuzluğunun, içine kapanmışlığının… bizzat tanığıyım. Yücel, Soysal’a ilişkin yazdıklarını – Mayakovski’nin son sözlerini alıntılayarak – şöyle devam ettirir: ’’… Soysal Ekinci de Othello ve Mayakovski’nin birleştikleri noktada – Türkiye’de sosyalizmin debisinde:’ Hepinize… İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele dedikodudan, unutmayın ki merhum nefret ederdi. Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım. Bağışlayın beni. İş değil bu. Kimseye de öğütlemem, ama benim için başka çıkar yol kalmamıştı.’ derken, Soysal’a söylenecek bir şey bırakmadı. ‘’ (3)
Cemil Meriç, solcu – entelektüelken sonradan sağcı olur ve solun kadirşinassızlığı nedeniyle sağcı olduğunu söyler. Cemil Meriç’in açmazları, gerekçeleri, zayıflığı… bir yana solun karnesi ‘kadirşinas’lık hususunda kırıklarla doludur ne yazık ki!
Varsın olsun biz sosyalizmde ısrar edeceğiz yine de.
Solun içindeki sevgisizliği, acımasızlığı dert ettim bu aralar. Daha güzel bir dünya düşü olanların bugünden ve kendi içlerinden birbirlerine karşı olan sevgisizliği – acımasızlığı yok etmelerini; sevgiyi, kardeşliği, sınırsız yoldaşlığı… kurmalarını; ‘kadirşinas’ olmayı, insanları / şairleri intihara sürükleyen koşullarla başa çıkmak için dayanışmayı, daha güzel bir dünya düşünün bu tutumla koşut olması gerektiğini ısrarla yazacağım.
Son sözü Sivas katliamı için yazdığı ‘Yine bir Temmuz günü’ yazısından alıntıyla sevgili Zeynep Altıok Akatlı’ya vereceğim:’’…Güzel yürekli şair ağabeyim Şükrü Erbaş ‘İnsanın acısını insan alır’ der güzelim bir şiirinde. // Bu sene 29 yıldır olduğu gibi birbirimizin acısını almak için, unutturmamak için buluşuyoruz. Güzel ülkemizin kanıksanmış çaresizliğinde öğretilmiş ayrılıkların, öğretilmiş ve örgütlenmiş kötülüklerinin karşısında birbirimize sarılmaktan başka çaremiz yok… ‘’ (4)
1 – Müslüm Yücel, Edebiyatta Ölüm ve İntihar Agora Kitaplığı – 2007 İstanbul
2- age
3- age
4- Zeynep Altıok Akatlı, Yine bir Temmuz günü, 07.07.2022 Birgün
Temmuz – 2022
Antalya
Nusret Gürgöz, 1962 Elazığ doğumlu. 1984’te Dicle Üniversitesi – Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü; 1997’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Bir süre öğretmenlik yaptı. Bu aralar avukatlık yapıyor. 2009 – 2016 arasında Çağdaş Hukukçular Derneği Antalya Şubesi başkanlığı yaptı. Düşbilgisi ( Çocuklar için şiirler – Kora yayın / 1998), Ağıdım Kuşlara Kalır ( Şiirler – Kora Yayın / 1999), En Hakiki Hayat Hikâyeleri ( Deneme / Anlatı – Berfîn Yayınları / 2004), Okuntu ( Şiirler – Kora Yayın / 2006), Dünyanın En Güzel Suçu ( Anlatı – Kora Yayın / 2021 ) adlı yapıtları var. Antalya’da yaşıyor, yazıyor.