
Bizler toplumsal, siyasal süreçlerden ve iktidar ilişkilerinden bağımsız, kendi başına buyruk soyut/ideal bir hukuk kavramının, siyasal tarihte asla var olmadığını ve varolmayacağını, ezilenler tarafından bakıldığında ise hukukun sadece siyasal mücadele alanlarından biri olduğunun farkındayız.
Siyasi mücadele alanında hukukun nasıl işleyeceği, yasada ne yazdığıyla ilgili değildir. Tarafların gücü hukukun nasıl işleyeceğini, tayin ve tespit eder. Siyasal mücadele başladığında, egemen açısından hukuk bir ayrıntıya dönüştüğü gibi ahlakta çoğu zaman bu alanda kendisine yer bulamaz.
Öncelikle Türkiye’de yargı sisteminin, hiçbir dönemde özgürlüklerin güvencesi olmadığının altını çizmek gerekir. AİHM önünde aldığı ihlal kararlarının neredeyse tümünün konusunun Türkiye’deki yargı kararları olması her halde tesadüf sayılmamalıdır.
Ancak OHAL’le birlikte bu güvencesizliğin üzerine KURALSIZLIK tüy dikmiş, siyasi iktidarın yargı üzerindeki ağır baskısı ile birlikte , avukatlara yönelik saldırılar da artmıştır. Bugün emre dayanan şekli yargılama , polis fezlekeleri üzerinden kendisini gösterirken,yargının yerleşik kural ve ritüelleri ise silikleşmiş, okunmaz bir hale gelmiştir.Uzun gözaltı süresi ile birlikte, işkence yaygın ve sistematik hale gelmiştir.
Avukatlara saldırı yaygın ve sistematik bir hale dönüştüğünde , sadece siyasal muhalifler üzerinde artan baskıdan bahsedilmez. Bu devletin kendi yarattığı hukuk /yargı düzeninin tam bir iflasını işaret ettiği gibi, yönetememe halinin de en somut, görünür halidir.
Avukatlara saldırı başlamışsa, yargı düzeni de ortadan kalkmış demektir. Benzetmek gerekirse, bir futbol maçında takımlardan birine“rakip takım oyuncularına istediğin gibi faul yapman serbest” demek gibidir. Son bir yıl içerisinde yaşanan avukat gözaltı ve tutuklamaları ancak bu şekilde tasvir edebilir. Başka bir şeye benzetmek mümkün değildir. Artık siyasal bir suç nedeniyle, gözaltı takibi için polis merkezine bir avukat girdiğinde, artık potansiyel örgüt üyesidir. Avukat bulması için yardım etmek, avukat tavsiye etmek örgütsel faaliyet, başvurulan avukat açısından da en hafifinden örgüte yardım ve yataklıkla suçlama nedeni olmakta, cezaevindeki mahpusla, avukatı arasındaki görüşmelerin örgüt toplantısı olarak iddianamelere girmesi kimseyi şaşırtmamaktadır.
Daha da komiği, bir avukatın örgüt davalarına girdiği, gözaltı takibi yaptığı ve ceza evlerinde örgüt mensupları ile görüştüğünü kanıtlamak için “gizli tanık” dinlenmesidir. Bu önemli “keşif “çok ciddi yüz ifadesiyle, hakkınızda gizli tanığın böyle bir suçlaması var ne diyorsun ? şeklinde bir soru haline geldiğinde elinizden “lahavle” demek dışında bir şey gelmez.
Kanunu uygulamak gibi bir iddia olmadığı gibi , bir gece yarısı kararnamesi ile sürülmeyeceğinin, açığa alınmasının hiç bir garantisi kalmayan Hakim ve savcı’dan kendi vicdanına sahip çıkacağını beklemek sadece acıma duygusu uyandırır . Bu bir trajik durumdur ve bu durumun herkes farkındadır.
AKP iktidarı, yasaları dahi değiştirmeye ihtiyaç duymadan, ağır bir yasasızlık halini adliyelere dayatmıştır. Polisten gelen gözaltı ve arama listeleri, hiç eksiksiz bir şekilde Savcı ve hakimden geçmektedir.
Karl Georg Büchner Danton’un Ölümü eserinde Camille Desmouilns ; “Devlet biçimi, halkın bedenine sımsıkı oturan, saydam bir giysi gibi olmalı, öyle ki, damarların şişmesi, kasların gerilmesi, sinirlerin atması, kendini belli edebil¬sin. Vücut ister güzel olsun, ister çirkin; nasılsa öyle olması onun doğası gereğidir, onu istediğimiz kılığa sokmaya hakkımız yok. “ der.
İktidarın sahipleri arasındaki başlayan kavganın hemen ardından gelen darbe teşebbüsü ve devamında gelen OHAL rejimi sistemin tüm vidalarını gevşetmiş, hiç bir hukuk kuralı tanımayan iktidar halkı çırılçıplak bir hale getirmiştir.
Özgürlükleri korumanın asıl güvencesi, kendi canı yandığında değil başkasının canı yandığında bağırabilen insanların oluşturduğu toplum modelinde yatar.
”Kıptinin merdi secaat arz ederken sirkatin söyler” der eskiler. İktidar OHAL’i başta grevleri yasaklayarak bir fırsat olarak sermayenin hizmetine sunduğunu ifade etmekten çekinmemiştir.
Bu şiddet dalgasını şikayet ederek durduramayacağımıza göre , daha güçlü örgütlenme modellerini yaşama geçirmenin yollarını da mutlaka bulmamız gerekir.
Çağdaş hukukçuların bu anlamıyla adaleti ararken gösterdiği tüm çaba aslında, emeğin ve ezilenlerin yarınlarda yaratacağı sömürüsüz ve savaşsız bir dünya’nın temeline bu günden atmaya çalıştığı bir avuç çakıl taşından başka bir şey değildir.