
“İnsan, kendi ördüğü ağda asılı kalmış bir hayvandır.” Antropolog Geertz
“Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz”, “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı”, “Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” der Türkiye insanı. Çok doğrudur. İnsanın veya politikacıların ne söylediğine değil ne yaptığına, daha önemlisi de uygulanan politikaların kendi hayatımıza, halk denen çoğunluğun hayatına nasıl yansıdığına bakmak gerekir.
Düşünürler ve ekonomistler, “bir ülkeyi gerçekten tanımak istiyorsanız o ülkenin kadınlarının ve çocuklarının durumuna ve insanlarının nasıl öldüğüne bakınız” derler. Yani kadınlar, erkeklerle hayatın her alanında aynı haklardan yararlanabiliyor mu? Çocuklar, eğitim, sağlık, barınma vb. bakımdan yeterli güvenceye sahip mi? İnsanlar, eceliyle ve ileri yaşlarda mı ölüyor, yoksa yeterli sosyal güvenceye sahip olamadıkları için iş veya trafik kazalarında ve genç yaşlarda mı ölüyorlar? Daha da çarpıcı ve önemli olanı, gençler yaşlıların cenazelerini mi kaldırıyor; yoksa YAŞLILAR MI GENÇLERİN CENAZELERİNİ KALDIRIYOR?
Ben kendimce buna bir şey daha eklemek gerekir diye düşünüyorum: Küçük esnafın iş yeri olarak kullandığı yerlere bakınız. İş yerleri aktif bir durumda mı? Yoksa kapı ve pencerelerinde “kiralık” veya “satılık” tabelaları mı asılı? Giderek bu tabelalar azalıyor mu, çoğalıyor mu?
Birkaç yıldır, Antalya’da eski Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu, yeni valilik binası olan yerden başlayıp Güllük PTT kavşağına kadar olan, yaklaşık 200 metre uzunluğundaki 52. Sokak hep dikkatimi çekiyordu. 2000’li yılların başlarına kadar sağlı-sollu bütün dükkânların iş yaptığı bu sokakta, “kiralık” ve “satılık” tabelası asılı dükkânların sayısı son birkaç yıldır giderek artıyordu. Birkaç gün önce saydım. Yalnızca zemin katlarda yaklaşık 30 iş yerinin boş olduğunu gördüm. Bir de iş hanlarının üst katlarındaki boş olanların sayısını buna eklesek kaça çıkar bilmiyorum. Ama bana göre bu, özelde Antalya; genelde Türkiye ekonomisinin durumunu yansıtan önemli bir gösterge olmalı. Elbette bu “kiralık” veya “satılık” tabelası asılı yerler 52. Sokaktan ibaret değil. Doğu Garajı’nda, 100. Yıl Bulvarı’nda, raylı sistemin geçtiği Şarampol ve İsmet Paşa Caddesi’nde, Konyaaltı ve Teoman Paşa Caddesi’nde ve pek çok caddede görünen durum bu. Her gün bu tabelalar daha da artıyor.
Gelelim, toplu taşımayı yaygınlaştırmadan alt ve üst geçitlerle, köprülü kavşaklarla Antalya’nın trafik sorununu çözmeye çalışan “MÜCAHİT”,“MÜTEAHHİT” ve “HER İŞE MÜSAİT” zihniyete. Bu zihniyet iflas etmiş durumda. Birincisi, bu yollar bu araç sayısını artık kaldırmıyor. Çünkü bu sorun bir sistem sorunu. O sorunu yaratan sistemin, sorunu çözmesi de işin doğasına aykırı. En çok on dakikada gidilebilecek yerlere otuz dakikada ancak varılabiliyor. Köprüler, alt ve üst geçitler sorunu çözmüyor. İkincisi, bu uzun ve büyük yapılarla ancak bir süre göz boyanabilir. Maymun gözünü açtıktan sonra da çok geç. “Harakiri” yapar gibi kentlerin orta yerine sokulmuş gökdelenlerle yok edilen kentlerin ve yok edilen hayatların geri dönüşü yok.
En büyük olumsuz örnek de, Nisan’da hizmete girmesi planlanan EXPO 2016’ya gidebilmek için başlanan tramvay hattının Aksu İlçesi girişinde yaşanan “En Pahalı Komedi”(1). Çünkü, iki ay önce hizmete girmesi planlanan köprülü kavşakta geçiş yolu unutulmuş. Üç şeritli yolun bir şeridi sökülerek iki şeride düşürülmüş. (Antalya İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Cem Oğuz, daralan yolun kaza riskini arttıracağını söylüyor)
Sorunu çözmeye değil de göz boyamaya yarayan, bu köprücü, kavşakçı, alt geçitçi (inşaatçı) bu anlayış bir yandan gökdelenlerle; diğer yandan çıkmaza soktukları trafik sorunuyla kentlerin intiharını gerçekleştiriyorlar.
(1) 17.02.2016 günlü Antalya Gazetesi- sayfa: 5