Önce, adaletin ne olduğunu sorguladım kendimce.

Adalet, eşitlik demek miydi? Yani herkese eşit davranmak mıydı? Bu da soyut bir şey değil miydi? Yani, aynı suçu işlemiş olan, örneğin iki kişiye aynı cezayı vermek doğru muydu? Adalet miydi? Ya bunlardan biri, suç işlemeyi alışkanlık haline getirmiş biriyse! Diğeri o suçu hayatında ilk kez ve bilincinde olmadan işlemiş ise! İkisine de aynı cezayı vermek adil sayılır mıydı? Hem suç ne demekti? Bir insanda, toplumun bir kesiminde suç olan veya suç sayılan bir şey, başka bir insanda, toplumun diğer kesiminde suç sayılır mıydı?

Bu duygular içindeyken, iki elinde ve denge duran iki teraziyle; gözünün bağıyla kadın adalet heykeli geldi gözümün önüne.

Arkasından, Adalet Tanrıçası kavramı düştü aklıma. Google hazretlerine sordum. Çok bilgiler sundu bana. Güzel bilgilerdi. En güzeli hepsinin de kadın heykeller olmasıydı.

Bir an kadın olmak, adil olmak mıdır duygusuna kapıldım. İngiliz Başbakanı Margaret Thacer’i, Filipinler kraliçesi İmelda Marcos’u, Arjantin Devlet Başkanı İsabel Peron’u ve faili meçhullerin en çok olduğu zamanın başbakanı Tansu Çiller’i anımsayınca da uyandım. Demek ki adalet kavramı da sınıfsal bir kavrammış. Nasıl adalet? Kim için adalet? Ama yine de binlerce yıldır erkek egemen yönetimlerinin kana buladığı dünyayı düşününce, yine anaların, kadınların, ezilenlerin –yaratan ve koruyan oldukları için- daha adil olduklarına inanıyorum. O nedenle de, mitolojideki kadın tanrıçaların doğru saptamalar olduğunu kabul ediyorum.

Açtım Azra Erhat’ın Mitoloji Sözlüğü’nü. Orada da şöyle yazıyordu:

“Adalet tanrıçası Themis, Olympos’ta yaşar. Tanrıların toplantılarına başkanlık eder. Olympos’taki düzeni de o korur. Homeros da bilir tanır onu ve Hera’yla, Zeus’la konuştuğunu gösterir İlyada adlı yapıtında. Ondan çok söz edilmez Themis’ten. Efsanesi, öyküsü yoktur. Ama her yerde, her zaman vardır. Themis, kanundur, kuraldır. Gelip geçici yasa değildir. Tanrılar dünyasında, değişmez, ölümsüz ve evrensel yasadır.”

Birkaç yıl önce, bir de gördük ki, tüm adliye binalarının önünde, gözündeki bağ ile, adaletin, hukukun ve tarafsızlığın simgesi olan o tanrıça heykelinin gözü açılmış. Örneğin, Antalya’da da, Kundu’daki “Adalet Teşkilatı Eğitim ve Dinlenme Tesisleri’ndeki aynı heykelde, eşitliğin ve dengenin simgesi olan teraziler, “rüzgâr salladıkça gürültü oluyor” diye kaldırılmış.

Oysa biz biliriz ve inanırız ki, o simge heykelin gözündeki bağ, hukuk sisteminde nesnel ve tarafsız olmayı anlatmaktadır. Yani, heykelin gözündeki bağın kaldırılması, aslında nesnelliğin ve tarafsızlığın kaldırılmasıdır.

Aradan çok zaman geçmeden de, delil olmadan veya yapay deliller üretilerek insanlar cezaevlerine dolduruldu. Dört-beş yıl sonra da “pardon” denerek; “paralel devletin işi” bırakıldılar. Diğer yandan, 17 Aralık operasyonları sonrası, adı yolsuzlukla eş olarak anılan insanlar; onların akraba ve siyasi olarak yakınları hiçbir şey olmamışçasına hayatlarını sürdürüyorlar. Adaletin onlara zararı dokunmuyor.

HES’lerle köylüler taşından-toprağından ediliyor; adalet oraları işgal edenlere dokunmuyor.

“Kentsel Dönüşüm” adı altında kentlerdeki yoksul insanların evi-barkı başına yıkılıyor; adalet yıkımcılara dokunmuyor.

Kadınlar tecavüze uğruyor; tecavüzcüler ortada dolanıyor. Adalet onlara dokunmuyor.

“Gezi Direnişi”nde, genç insanlar; çocuklar göz göre göre öldürülüyor. Adalet onları katledenlere dokunmuyor.

Örnekler saymakla bitmez.

İnsan şunu düşünmeden edemiyor: Adaletin gözü boş yere açılmamış. Demek ki asıl amaç, kendinden olanı açık gözle görmek ve suç işlemiş de olsa, onu suçsuz ilan etmekmiş. Ya da cezasını en alt sınırdan vermekmiş.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here