Elimde albenisi yüksek bir kitap var. Kapağı yeşil ağırlıklı, dumanı üstünde, kapak resimleri de yazarın emeği, on parmağında hüneri olan bir yazar. “Göl Hikayeleri, Gahbe Gençlik” Halil Erdem’in en son basılan öykü kitabı.

192 sayfalı, içinde 15 öykü var. Hepsi de insana dokunmuş, sıcacık öyküler. Okurken bazen gülümseten, bazen de ağlatan öyküler. “Göl Hikayeleri” demesinin nedeni de, öykülerin tümünün göl çevresinde geçmesinden. Biliyorsunuz Burdur çevresi “Göller Bölgesi”dir. Hemen hemen her dağın başında göl vardır. Kuşbakışı bakılınca, büyük leğene su doldurup dağların tepesine konmuş sanısı verir.

Göl çevresi insanının öyküleri de elbette göl ile ilintili olur. Bu öyküler de öyle. Göl çevresindeki köylüler, balıkçılık, hasırcılık gibi gölden ekmeğini çıkaran insanlardı. Ta ki devlet gölleri kurutup tarlaları bıçağı keskinlerin eline verinceye dek. Ondan sonra yoksul köylü halkı daha da yoksullaştı. İklim değişti. Ağalar ve eşkiyalar daha çok varsıllaştı. Kurutulan göl sayısı hiç de az değildi doğrusu. Göller Bölgesi’nin en büyük gölü olan, Söğüt Gölü, Elmalı’nın geçim kaynağı Avdan Gölü, yayın balığı ve sazlıkları ile ünlü Gölhisar Gölü vb. Bu göller kurutulunca, toprağının paylaşımında bir çok öldü, üstelik boşu boşuna. Çünkü zaten bu verimli toprağın halka verilmeyeceği açıktı. Devlet, hiç bir yerde toprağı halka dağıtmamıştı, ama bunu açık açık da söylememişti.

Halil Erdem, göl çevresi çocuğu olarak, bu insanların öykülerinin yok olup gitmesine razı olmamış, almış eline kalemi, çıkmış yollara biriktirmiş anıları ve yazıvermiş. Öykü zamana tanıktır, en gerçek tarihtir. Yalansız dolansız , sansürsüz anlatıverir olanı biteni. Yazar da öyle yapmış. Balıkçısından berberine, pazarcısından, yumurtacısına, kötüsünden iyisine her yaşanana bir işaret koyuvermiş.

Öykülerinde mizahı da ustaca kullanmış. Benzetmeleri yerli yerine koymuş. Tam bir halk öyküleri kitabı olmuş. Halkın yaşadığı sorunların tümüne değinmiş. Öyle ki, köylü kurnazlığından, devletin halk körlüğüne dek dokunmuş. Ormancı- köylü sorununu, aydınların değil de cahil esnafın devleti etkileyişini, halkın kızları okutmaya karşı oluşunu, dul yetim yaşantısını, sonradan görme görgüsüzlüğünü, ölümüne yaşanan aşkı, kadını mal gibi gören düşünceyi, yoksulluğu vb. ince ince işlemiş.Öyküleri okurken, bir demet kır çiçeği toplamış, üstü erik ekşili, bir tabak kabak çiçeği dolması yemiş ya da onlarca yıl öncesine sarıp yükünü göç etmiş gibi duygulara kapılıyor insan.

Benzetmeleri de yerine cuk oturmuş. Örneğin, “Göl, çocuk düşüren kadın gibi uzayıp kaldı. Gölün kolunu kanadını kestiler. Toprak suyundan ayrılıp güneşin altında kanı çekilmiş ölü gibi uzadı. Kuyruğu kısılmış tilki gibi sıvıştı.” Daha birbirinden güzel benzetmeler okuyucuyu sürüklüyor. Ayrıca, Öztürkçe yerel sözcüklerle öyküler daha bir güzelleşip zenginleşmiş. “Çokaşmak, doğşarmak,maşta,meret, yalak, görek, gerelti, yirilmek vb. sözcüklerin yitip gitmesine izin vermemiş.

Ben bu paragrafı birbirinden güzel öykülerden birine ayırarak noktalayayım.

“Evin hanımı kara sabah yataktan kalktı. İlk işi küldeki ateşi uyandırmak oldu. Akşamdan pişirdiği tarhana çorbasını ateşe koydu. Çorba ısınırken, maşayı ateşe sürdü. Naylon ayakkabısı yirilmiş, onu onaracaktı. Ayakkabı eskilerinden bıçakla bir parça kesti. Tek sorun yeşil ayakkabıya, mavi bir yama yapacak olmasıydı. Olsundu. Ayakkabıyı kurtarması yeterdi. Çıkan dumana “Pis meret zehir gibi koktu” dedi. İşi bitince ayakkabıyı ateşin yanına çiftleyip koydu.” Eline, kalemine, yüreğine sağlık Halil Erdem. Nice öykülere yelken açasın.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here