İş hayatında ,bir kısım iş yerlerinde olduğu gibi, biz de  iş arkadaşlarımıza –özellikle emekli olacakları

zaman- bir eğlence partisi düzenlerdik. Bu bir yandan kişilerin arkadaşlarına vefa borcu ödeme niyeti taşırken, bir yandan da içten içe kendisi de eğlenmek isteyen arkadaşların  isteklerini de içerirdi sanırım. O nedenle de her birimiz kendimizi eğlenmeye hazır hissederdik.  Cıvıl cıvıl olurduk ve koşar adımlarla giderdik eğlence yerine. Biz erkekler giyim kuşamımızı bir daha gözden geçirir; daha güzel giyinmeye özen gösterirdik. Hele kadın arkadaşlarımız takıp takıştırırlar; sürüp sürüştürürler, başka bir güzel olurlardı. Sanki o akşam her masa ayrı bir çiçek açardı.

Her iki açıdan da iyi, doğru ve güzel bir yöntemdi. Alkol içmenin de; yemenin de, oynamanın da ölçüsünü kaçırmazdık. Hem hafta sonuna denk getirirdik. Kalan tatil gününde de dinlenir, iş gününe dinç olarak başlardık.

Elbette işin ekonomik olmasına da dikkat ederdik. Antalya Öğretmen Evi’ni, Köy Hizmetleri ‘ni , Sosyal Sigortalar Kurumu İl Müdürlüğü Lokali’ni fiyat yönünden araştırırdık.  O yıllarda ne uygunu S.S.K İl Müdürlüğü lokali idi.

1996 yılıydı. Yurtpınar Gazi İlköğretim Okulu Öğretmenleri olarak Sigorta İl Müdürlüğünde toplanmaya karar verdik. On, on beş öğretmen, eşlerimizin de katılacağını hesap ederek aramızda para toplamaya başladık.  Ancak , içimizde en genç olan arkadaşımız katılmak istemedi. Nedenini sorduğumuzda ise,

– Siz alkol içeceksiniz, onun için katılmak istemiyorum, dedi.

-Sen alkol içme! Kola veya ne istiyorsan onu iç, dedik.

-Hayır, dedi , sizinle aynı ortamda bulunmak bile istemem.

-Ayrı masada otur ama yine de bizimle ol.

-Olmaz, dedi, sizin paranızla benim param aynı kasaya girecek. Ben de sizin işlediğiniz suça, günaha ortak olmuş olacağım. Ben günahkar olmak istemiyorum.

Ne dediysek arkadaşımızı ikna edemedik. Biz de o arkadaşımız olmadan eğlendik. Her zamanki gibi güzel ve tadında bir eğlence oldu. Rahmetli Ramazan Tosun her içkinin, her mezenin tadına baktı.  Süleyman Aslan, o dalyan boyuyla ara sıra ayağa kalkıp güzel şeyler konuşarak ortama nitelik kattı. Mehmet Çelik, nazik konuşmalarıyla ağırbaşlılığın devamını sağladı. Nebi Deniz, kendine özgü milliyetçilik anlayışıyla masamızı renklendirdi.  Çorumlu arkadaşımız İlhan Beggi bana ikide bir “emmi” diyerek her fırsatta, muziplik yapmaya çalıştı. Okul müdürümüz Remzi Çelik sakin sakin çevresine gülücükler dağıttı. Ayşe Asilkurt, Köyceğiz ağzıyla  söyleşiyi tatlandırdı. Ben de gecenin sonuna doğru elime  mendili alıp- o zamanki pos bıyıklarımla- halayın başına geçerek eğlencemizi taçlandırdım.

Elbette üzerinde düşünmek gerekiyordu:  Bir eğitimci hayata böyle mi bakmalıydı? Bilim ve teknolojinin yıldızlara ulaştığı, tıpta hayret edilecek ve saygı uyandıracak gelişmelerin  yaşandığı günümüzde böyle mi olmalıydık?Nereye varılırdı bu zihniyetle?

Din, sosyolojik özelliği hiç dikkate alınmadan, o günün yer ve zaman koşulları üzerinde hiç düşünülmeden yalnızca bir günah kavramı gibi algılanırsa; dine ve hayata bilim gözlüğüyle bakmaya çalışanlar baskı ve şiddet görürse, sanırım buna da şaşmamak gerekirdi.

Yıllar geçti..

Ve geldik bugüne..  Toplum, insanların en meşru alışkanlığı olan sigaradan –en zayıf yerinden –yakalanarak bir yerlere doğru götürüldü.  Şeker, un, tuz sofralardan uzak tutularak bir başka ip ucu daha ele geçirildi. Arkasından alkol günahkar ilan edildi. Kimi belediyeler ve mülki amirler tarafından  -sonradan vazgeçilse bile- açık alanlarda alkol içilmesi yasaklandı. Şu günlerde şişelerin üzerindeki yazılar bile reklam sayılmaya çalışılıyor. Yakında, bira satan tekel büfelerinin boş veya dolu dışarıda bekleyen şişelerini bile reklam sayarlarsa da şaşmamak gerekir.

Bireysel silahlanma bu kadar yaygınlaşırken, her gün birkaç kadın öldürülürken, sağlık çalışanları canından edilirken, sokaklarda şiddet bu kadar olağan hale gelmişken, siyasi iktidar gölgelerle uğraşarak neyi halledeceğini sanmaktadır? 

Burada Immanuel Kant’ın aşağıdaki sözünü yazmadan geçemeyeceğim:

(Subay,” Düşünme, eğitimini yap!”; maliyeci “Düşünme, vergini öde!”; din adamı,”Düşünme, yalnızca inan!” derken, biz aydınlanmak için aklımızı kullanma cesaretini  gösteremeyecek  miyiz?)

      Ne dersiniz?  

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here