“Ceviz Ağacı”yla uyandım 29 Mayıs 2013 sabahına.  Ankara simidi gibi gevrek sesiyle

söylüyordu bu ülkenin yüz aklarından rahmetli Cem Karaca. Bundan daha iyi uyandırabilen olamazdı insanı yeni güne.

      “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane  Parkı’nda

      Ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında.”

      Bir an Alanya- Demirtaş Beldesindeki yirmi beş yıl önceki günlerime gittim. “ Sevgili komşum Funda ve Mustafa Eryaşar’ların evindeyiz. O günlerin sevimli Pollyanna’sı, şimdinin güzel ve idealist doktoru  ve kızları Gaye “Ceviz Ağacı”nı söylüyor.  Ritim ve hareketler o kadar uyumlu ki kendinizi o akışa kaptırmamanız olası değil. Hele de yüreğinizde emek ve Nazım Hikmet sevgisi varsa, bir başka duygulanıyorsunuz.”

      Cem Karaca sustu. Kendime geldim. Kanal D televizyonu Taksim Gezi Parkını gösteriyor. Genç kızlar polisler tarafından yerlerde sürükleniyor.  Zabıtalar ve sırtında “zabıta” yazısı olup oraya AVM yapacak olan şirketin adamları olduğu söylenen” insancıklar”, parkta nöbet tutan ve direnen gençlerin çadırlarını arabalara yüklüyorlar.  Taşıyamadıklarını da yakıyorlar.

      Kısa sürede çadırlar söküldü. “Buraya kadarmış!” diye düşünürken,  çok geçmeden yanıldığımı anladım. Eyleme destek olmak için akın akın insanlar gelmeye başladı. Polisin şiddeti arttıkça Taksim’e, Gezi Parkı’na koşan insanların sayısı da arttı.

      Daha çok ve daha doğru haber alabilmek için, elimdeki kumanda ile epey kanalı aradım. 1975’lerde, rahmetli İsmail Cem’in TRT Genel Müdürü olduğu dönemlerde, – yalnızca radyo olmasına karşın bile- o günün dünyasıyla düşünsel bağlarımızı güçlendiren yayınlara karşın ve bugünün devlet televizyonu olan kurumlarda ve bazı özel televizyonlarda, olaylarla ilgili bir haber yoktu. Onlar “kamu spotları” yayınlayarak insanlara sigarayı bıraktırmaya, aile içi dayanışmayı güçlendirmeye(!),  büyük şirketlerin konut projelerini halka tanıtmaya  çalışıyorlardı.

      Bir de gördük ki İstanbul’un sokakları insan eli. Önünü kesmek akıl işi değil. Panzerlerle, iş makineleriyle, biber gazıyla, basınçlı suyla, robokop polisleriyle bu işi önlemeye çalışıyorlar. Oysa olanağı yok.

     (Dün de Antalya sokakları böyleydi. Bir kısım sağcısı-solcusu; milliyetçisi- komünisti saatlarce yan yanaydılar. Haklı ve meşru mücadele veren büyük halk kitlesinin karşısında panzerler duramadı.)

      Çünkü, ister ana-baba olun; ister öğretmen; ister işveren; isterse devlet, şiddet kullanmaya başladığınız an kaybetmişsiniz demektir.  Şiddet  karşıtını yaratır ve şiddeti , politikasının ana unsuru haline getiren sistemler,bilincinde olmadan, kendisine alternatif olacak yeni bir sistemin temelini atıyorlar demektir. Şiddet aynı zamanda bir aczin(çaresizliğin) işaretidir. Emeğini satarak yaşamını sürdüren insanlar, aldıkları ücretler yetmiyorsa, doğal olarak yetecek kadarını isteyeceklerdir. Zaten o insanların emeğinin sömürülmesi üzerine kurulmuş olan sistem ve sistemden beslenenler de halka, hakkı olan ücreti vermeyeceklerdir. Karşılıklı zıt çıkarlar üstüne kurulu olan sistemin tarafları da –işin doğası gereği- hep birbirlerine karşı mücadele edeceklerdir.

      Ama sistemden çıkar sağlayanlar, hep, daha çok şeye hakkı olduğunu düşünecek,  emeği ile geçinenlere haklarını vermemeye çalışacaklardır.

      Ülkemizde de öyle oldu. A.B.D.den icazet alarak, seçim yasasından dolayı da halkın yüzde onunun temsil edilmediği, sözüm ona demokratik bir yöntemle iş başına getirilmiş olan AKP hükümeti  ilk günden beri karşıtlarına savaş açtı. Kendine ayak bağı olanları cezaevlerine doldurarak muhalefeti yok etmeye çalıştı. Oysa, dünyada yaşananlar gösteriyor ki, iktidarlar aslında muhalefet sayesinde de güçlenirler. Yanlışlarını muhalefet sayesinde görürler. Demokrasiyi böyle geliştirirler. Halkıyla ve muhalefetiyle savaşa girmezler.

      Halk güçlüdür. Copu, sopası, topu, tüfeği, tankı, savaş uçakları olanlar bu gücü kavrayamazlar. Bilmezler ki, güç teknolojide ve teknolojiyi elinde tutmakta değildir. Güç insandadır. Güç,son tahlilde teknolojiyi kullanan insandadır.  Güç haklı ve meşru olmaktadır. Halkıyla savaşa girenler- er veya geç- mutlaka kaybederler. Halk, sürekli yeni ve farklı kaynaklardan beslenerek akan bir su gibidir; kendini yeniler. Halk yenilmez ve yorulmaz.  Halkla siyasi, ekonomik, kültürel vb. bağlarını geliştirerek  onlara eşit, dengeli  hayat veremeyen iktidarlar  halkına ters düşerler. Bilmezler ki halk, yalnızca kendilerine oy veren, kendileri gibi düşünen, kendileri gibi inanan insanlardan ibaret değildir. Halk, bunların da içinde olduğu, birbirlerine gereksinimi olan, kendisinden sonraki kuşağa kendi olanaklarıyla gelecek hazırlarken,  aynı zamanda da o kuşağa muhtaç olan kitlelerdir.

     Sermaye sınıfı açısından AKP politikaları uygun olsa bile, halk açısından iflas edeli çok olmuştur. Ama iktidar uyarıları dikkate almamıştır. O sağ duyudan yoksundur. Çünkü, erk sahipleri ve onların hizmetkarlarında sağ duyuya pek rastlanmaz.  Yoksa bugün bunlar yaşanmazdı.

      Gezi Parkı için göze alınanlar, özünde birkaç ağacı korumak için yapılmıyor. İnsanlar, daha çok hayat hakları için savaşıyorlar. Küresel sermayeye endeksli , ülkemizdeki -özellikle yeni ve hızla gelişen-sermaye sahipleri , kazanmak hırsıyla doğal hayatı, yerküreyi yok ettiklerini görmüyorlar bile.

Çünkü “Paylaştığımız şu dünyanın, uzayda gezen bir kaya parçası olmadığını; yaşayan bir canlı varlık olduğunu; bizi koruduğunu ve korunmayı hak ettiğini “ bilmiyorlar(Michael Jackson). “Geleceğin, şimdiyle aynı malzemeden yapıldığını bilmiyorlar” (Simon Veil).

      Bugün 2 Haziran 2013.  Beş gündür, 48 ilin sokaklarında insan seli akmaya devam ediyor( İç İşleri Bakanı Muammer Güler böyle söylüyor).  Kendini yenileye yenileye de devam edecek. Bu ülkenin son elli yıllık tarihinde, -kendiliğinden olduğu, yani örgütlü ve hazırlıklı olmadığı halde- böyle geceli- gündüzlü süren eylem olmamıştı. Bu selle inatlaşmak doğru değil. Bu olayları da, iktidarın halka kulak vermemesi, hırsla ve hukuksuzca her yere, her şeye saldırması yarattı.

      Halkı korkutmaya çalışanlar, görmüş olmalı ki, halk korkuyu yendi.(  O duvarı aşmasını sağladınız). O ortamlarda, farkında mısınız bilmem insanlar ölüm kaygısını da aşmış oluyor. Öfke de, gülen yüz de ölümle yan yana. Saçı, sakalı ağarmış 70 yaşındaki insan öfkeyle diyordu ki “Kurşun atın be! Öldürün! O daha kolay!”  Birisi takma bacağını eline almış insan polisin üstüne üstüne gidiyordu. “Yeter be!” diyordu.

      Kaygı ve üzüntüyle olayları televizyonlardan izlerken düşündüm: “ Ya panzerin suyu biterse! Ya polisin gazı, mermisi biterse! Ne olacak? O öfke selinin karşısında ne yapacak?”

       Ama eylemcilerin taşı bitmez. Attığı yerden alır bir daha atar.

      Bana göre buradan çıkarılması gereken bir ders var. Halka karşı güç kullananlar, eğer daha büyük bir güçle saldırmayı düşünürlerse, bilmeliler ki her halkın gücü her zaman o gücün üstünde olacaktır.

      Yeter ki “Gayrık Yeter!” demesinler.

 

      “Topraktan öğrenip, kitapsız bilendir.

      Nasrettin Hoca gibi ağlayan,

     Bayburtlu Zihni gibi gülendir.

     Ferhat’tır, Kerem’dir ve Keloğlan’dır.

     Yol görünür onun garip serine,

     Analar, babalar umudu keser.

     Kahpe felek ona eder oyunu.

     Çarşamba’yı sel alır,

      Bir yar sever el alır.

      Kanadı kırılır çöllerde kalır.

     Ölmeden mezara koyarlar onu.

     O “Yunus’u biçaredir.

     Baştan ayağa yaredir.”

     Ağu içer su yerine.

     Fakat bir kerre bir dert anlayan düşmesin önlerine.

     Ve bir kere vakterişip:

     “-Gayrık yeter!” demesinler.

     Bir kerre dediler mi:

     “İsrafil surunu urur/ Mahlukat yerinden durur.”

     Toprağın nabzı başlar onun nabızlarında atmaya.

     Ne kendi nefsini korur/ Ne düşmanı kayırır,

    “ Dağları yırtıp ayırır,

Kayaları kesip yol eyler abı-hayat akıtmaya…”

                                                                                      02.06.13

                                                                               Hasan Göztepe   

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here