
Kutsal nedir? Kutsal diye bir şey var mıdır? Ekmek mi kutsaldır, insan mı?
Kutsalsa, ekmek neden kutsaldır? Yerden alıp öpüp başımızın üstüne tutup sonra da ayakaltı olmayan bir yere koymak mıdır kutsallık? Ayrıca, örneğin bayatlamış, kurumuş veya çamura düşmüş bir ekmeği de insanlar, olduğu yerden alıp aynı duygularla bir kenara koyar mı?
Koymuyor ise, burada yine de ekmeğin kullanım değerinin mi önem vardır? Yani, o ekmek, insan tarafından yenmiyorsa, tüketilmiyorsa, artık, önemi yok mudur? Kısaca ekmeğin değerini, kutsallığını belirleyen, onun, onu üreten insan tarafından, bilerek ve isteyerek yeniyor olması mıdır? Her insan ekmeğe bu kadar önem verir mi? Hayatını kolay yollardan kazananlar da ekmeği bu denli kutsar mı? Ekmeğin kutsal olduğunu söyleyenlerin hayatında ekmeğin yeri ve önemi ne kadardır? Bunu söyleyenler insana ne kadar değer vermektedirler? Yoksa aslında bilinçaltında kutsal olan ekmek değil de emek midir? Yani emek veren insan mıdır kutsal olan?
Emek kutsalsa, emeğin değeri ne kadar bilinmektedir? Yoksa bunların çoğu aldatmak için söylenmiş bir söz yığını mıdır? Gerçekte bunların hayat içindeki yeri de kişinin veya kişilerin hayat içindeki yerine ve konumlarına göre değişmekte midir?
Hayat içindeki yerimizi belirleyen nedir? İçine doğduğumuz hayat mıdır? Köyümüz, kentimiz, ailemiz midir? Okuduğumuz kitaplar; ilişki kurduğumuz insanlar mıdır? Yani bilincimiz midir?
Bilincimizi belirleyen şeyler nelerdir? Hayat mıdır? Düşüncelerimiz midir? Hayatımızı bilincimizle mi belirleriz? Bilincimizi hayatımız mı belirler? Hangisi temeldir? Hangisi o temelin üstünde yükselir? Çok kitap okusam, çok bilgi sahibi olsam çok mu bilinçli sayılırım? Çok mu iyi yaşarım?
Peki, bilgi nedir? Kitaplardan öğrendiğimiz, ezberlediğimiz, pratikte çok da fazla kullanamadığımız sözler midir? Yoksa bilgi, kitaplardan öğrendiklerimizin hayat içinde karşılığı olanlar mıdır? Yani, uygulayabildiklerimiz ve faydasını gördüklerimiz midir? Diğer insanlarla paylaşabildiklerimiz midir?
Acaba yaşamak nedir? Dünyaya gelmek, bir süre ve bir miktar yer işgal ettikten sonra silinip gitmek midir? Ya da, toplumla iç içe, el ele daha iyi bir hayatın kavgasını vermek midir?
Daha iyi bir hayat nedir? Başkalarının emeği üstünde geliştirilen ve lüks içinde bir yaşantı mıdır? Yoksa, varlığı ve yokluğu toplumla paylaşarak; eşit, özgür ve bağımsız bir biçimde yaşamak mıdır?
Eşitlik, özgürlük, bağımsızlık nedir?
Eveet dostlar! Söz sözü açıyor; kavram kavramı; konu konuyu; çorap söküğü gibi. Eşitlik, özgürlük ve bağımsızlığın açıklanması da yeni kavramların açıklanmasını doğuracak; kitaplar dolusu yazılar yazılacaktır. Çünkü hiçbir kavram diğerinden tümüyle bağımsız değil. Her şey birbirine bağlı. En iyisi biz burada konuya şimdilik bir nokta koyalım ve ekmeği üreten emeğin en yüce değer olduğunu anlatan bir halk öyküsüyle sözü sonlandıralım:
“Sıcak bir yaz günüdür. Yoksul bir köylü gün doğarken işe başladığı tarlada, taş ayıklarken; hızla gelişip yayılan, ekinlerin besinine ortak olan asalak ayrık otlarını yolarken yorulmuştur. Tarlanın kenarındaki kavak ağacının gölgesinde dinlenmek ister. Kurtlar, kuşlar yemesin diye de içinde birkaç parça ekmeğin, biraz çökeleğin ve bir-iki baş kuru soğanın bulunduğu azık dağarcığını ağacın dalına asar. Kendince, kendi dünyasına uygun hayaller kurarken, belli-belirsiz bir uykuya dalar. Kısa süre sonra bir fırtına çıkar. O anda dağda, taşta, görünür yerlerde ne kadar ağaç varsa, hepsi doğa tanrının önünde secdeye varırlar. Yerlere kadar eğilirler. Yalnızca kavak ağacı eğilmez. Çünkü eğilirse dalında asılı olan yoksulun yiyeceği dökülecek; hem yoksul aç kalacak, hem de emeği boşa gidecektir.”