
İktidar bloğunda yaşanan ayrışma sonrası, devlet katında başlayan operasyonlar ile seçim iptali, OHAL ilanı, KHK’ler, Anayasa değişikliği ile taşları döşenen tek adam yönetimi sürecinin, savaş atmosferiyle birlikte sonuçlandırılmak istendiği çok açık.
Hukuksal güvencelerin, toplumsal değerlerin dikkate alınmadığı bu süreçte yeni bir devlet inşaasına girişildiğini görmemek de mümkün değil.
Sapkın ve kendini bilmez bir ısrar ile tek adam yönetimine sürüklendiğimiz söyleminin de karşılığının olmadığı artık anlaşılmış olmalı.
Bu ülkenin zenginlik kaynaklarıyla beslenen, görünür görünmez egemenlik alanlarının baş aktörleri olan sermaye dünyası ve çevresi bu sürecin sahipleridir…
Kurulmak istenen yeni devlet de veya sürdürülmek istenen anti- demokratik uygulamaların her türlü tezahürü de, eşitsiz ve adaletsiz yaşam koşulları da esas olarak onların eseridir…
Her kriz de, toplumun yaşam seviyesinin daha da dibe vurduğu, toplumu yönetememe hallerinin ortaya çıktığı her dönemde dolaşıma sokulan “milli” ve “yerli” kriterler, ilan edilen kurbanlar da hep onların kendilerini yeniden üretmeleri için olmuştur.
Parlamento, kamu kuruluşları ve mahkemelerden sonra, düzenleme sırasının kamusal nitelikte hizmet gören mesleki kurumlara gelmesi ve bu durumun toplumun her alanına yayılacağının ilan edilmesi, sanal dünyada savaş karşıtı düşünce ifadesinin bile terör örgütü ile ilişkilendirilmek istenmesi, hak ve özgürlüklerin yasaklanarak, kısıtlanarak oluşturulacak korku ve endişe ortamında egemenlik alanlarının pekiştirilmek istenmesinden başka bir anlam taşımıyor…
Oysa, toplum halinde yaşayan her insanın ve kurumun düşünce ve kanaat sahibi bir kişilik olarak haber ve görüş alma / verme ve kendini ifade etme ihtiyacı ile hareket etmesi kaçınılmazdır. “Bakan” emri ile hareket eden robotlar halinde yaşanamayacağına göre çevremizde olan bitenlere, hayatlarımızı ilgilendiren konulara duyarsız kalınmasının beklenmesi eşyanın tabiatına aykırıdır…
Kuşkusuz insan eşya değildir, hisleri vardır ve hislerinin baskılanması, yanıltılması zaman zaman iktidarlara güç ve zaman kazandırmıştır. Havuç ve sopa politikalarıyla hayat gailesi yaratabileceklerini düşündürmüştür.
Oysa her meslek erbabı;
barışı, sevgiyi ve kardeşliği metalaştırmayan her insan bilir ki asıl olan yaşamın hakkının verilebilmesidir.
Ayrıcalıksız, ayrımsız herkes için…
mutlu ve sömürüsüz emekle…
yüzünün akıyla… vicdanının sesiyle…
toplumsal olandan yana hedefleriyle, dayanışmayla…
O nedenle gemlenemeyen insan ve toplum doğasının enerjisine, dinamizmine ve gelişimine set vurmak isteyenlerden geriye yalnızca kullanılmışlık hissi kalması boşuna değildir.