
“Bir devrimcinin görevi, kendi gibilerle değil, ötekilerle konuşmaktır.” Gorki
Nusret Gürgöz’ün son kitabı; “Dünyanın En Güzel Suçu.” Çoğunuz okumuşsunuzdur. Kitap, Kora Yayından çıkmış. 368 sayfa. Akıcı ve güzel bir Türkçe ile yazılmış. Çok kolay okunan, kolayca düşünmeye sevk eden, gerçekleri acıtmadan anlatan bir kitap. Kitabın adı da içeriği de gerçekten cuk oturmuş denenden. Tekrar tekrar dönerek okudum. Ülkenin yakın tarihi gibiydi. Biliyorsunuz, “Dünyanın en güzel suçu”nu işleyenler bu ülkede hiç de az değil. Her yazı zamana tanıktır ama bu kitap daha da tanık olmuş.
Dersim katliamından tutun da faili meçhullere (Tabi ki faili belli) kadar. “Mübadele” adı altında insanların darmadağın edildiği, Dersim’de yetişkinlerin öldürüldükten sonra, geriye kalan, özellikle kız çocuklarının nasıl istismar edildiğine dek, her acıyı görebilirsiniz. Diyeceksiniz ki “Bu ülkede, hatta dünyada acıdan bol ne var?” Haklısınız, ancak her yara görünürse tedavi edilebilir. Yen içinde saklanırsa, bir gün kangren olacaktır ki ülkemizde kangren olmuş yara da az değildir.
Nusret Gürgöz’ün yaşadığı, tanıklardan dinlediği olayları da okuyabilirsiniz. Bir yandan “Ne zengin bir çocukluk geçirmiş” diye imrenirken, öte yandan “Çocuk yaşta ne kadar ağır olaylar yaşamış, ne kadar erken uyanmış, haksızlıkların ne kadar erken farkına varabilmiş” diyeceksiniz.
“Kuş Akardı Derelerimizden” şiirini daha önce okumuştum ama Nusret Gürgöz, şiirin hikayesini bu kitapta anlatınca, şiir benim için çok kereler okunası hale geliverdi. Gözlerim dolu dolu birkaç kez okudum. Şiirin hikayesi beni, bu ülke vatandaşı olarak, insan olarak utandırdı. Elimde bir güç olsaydı, o dereleri yine kuşlarla doldururdum.
Nusret Gürgöz, her gittiği yerden öykü devşirmiş. Heybesine koyduğu bu öyküler, demlenince ya şiire dönmüş ya da öyküye, anlatıya. Örneğin; Çocuklarının biri devrimci, biri gaspçı olan babanın acısını dinlemiş. Devrimci de içeride, diğeri de. Baba, devrimciyi ziyarete başı dik, diğerinde eğik gittiğini anlatmış. Yazılası bir anı.
Bir istihbaratçıyla karşılaşıp laiklik üzerine konuşmak zorunda kalışını, adamın işini öğrendikten sonra, biçilen gök ekinleri anımsayışını anlatıyor ince ince.
Alevi olmakla bir yandan övünürken, Alevilerin sadece insan merkezli yaşam felsefelerinden dolayı nasıl da ötelendiklerini kısa anılarla anlatıyor. Hepimiz, yerleşmek istediğimiz, tatil yapmak istediğimiz köyde Aleviler de yaşıyorsa, gönül rahatlığı ile oraya yerleşiriz. Bunu Alevilere insanca bakamayanlar da böyle düşünür inanın ama yine de ezberini bozamaz, içindeki zehri taşımayı sürdürür.
Kitapta bolca şairlerden şiirler de bulacaksınız. Okurken şiire rastlayınca, dağ pınarından bir yudum su içerek devam edeceksiniz. Nusret Görgöz’in bir dörtlüğü ile bitirirken, okumadıysanız, hemen bu kitabı bulup okumanızı öneririm.
“Bugün bir sessizlik sokaklarda / Martılar denize kırgın deniz tuzuna / Dokunsam yarimin yanağına / Ellerim güzelliğe kırgın, güzellik ellerime / Tadı yok dizelerin, konuşan gözlerin / Bakışan dillerin / Her yerinde imge ölüleri ülkemin / Utanırım gülmekten / Utanırım şiir dizmekten.”
Emeğine sağlık Nusret Gürgöz. İyi ki yazdın, iyi ki şiir dizdin. Nice şiirlere…