05 Mart 2013. Saat 23.00. Kanal D’de “Öyle Bir Zaman Geçer ki” oynuyor.
Reklamlara başladı. Ekranda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bir spotu çıktı: “Dünya Kadınlar Gününüz Kutlu Olsun!” Oysa, 8 Mart Emekçi Kadınlar Günüdür; o nedenle de emekçi kadınların gününün kutlanması gerekir. Çünkü, Newyork’ta, 8 Mart 1857’de, dokuma işçisi kadınların, çalışma koşullarının iyileştirilmesi için greve gittiklerini ; çıkarılan yangında, 129 kadının öldüğünü; 1910’da Clara Zetkin’in önerisiyle bu günün “ Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kabul edildiğini herkes bilir. Antalya Büyük Şehir Belediyesi de güzel bir şey yapmış. Kentin çeşitli yerlerine, -benim de çok sevdiğim- leylak rengin egemen olduğu afişler koymuş ve “ Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun!” diye de yazmış. Görünce benim de içimde çiçekler açtı.
Acıdır ama gerçektir, insanlar, insan hakları için bile mücadele ederken büyük bedeller ödemişlerdir. Onun için de o hakların ellerinden geri alınması kolay olmamıştır. Bugün de kadınlar insan hakları için mücadele ediyorlar. Çok ağır da bedel ödüyorlar. İşte Türkiye’de günde 5 kadının katlediliyor olması ve Bayındır’daki Al Yazmalım anıtı bunun en ağır belgesidir.
Kadınlar, Hülya Avşar’ın söylediği gibi “kaşındıkları” için öldürülmüyorlar. Özgür olmaya çalıştıkları için öldürülüyorlar. İletişim araçları sayesinde dünya küçüldükçe, kadınların dünyası büyüdükçe, ekonomik anlamda bağımsız olmaya başladıkça erkeklerin de rahatı bozulmaya başlamakta. Küresel alanda da, yerel alanda da, aile içinde de egemenler rahatlarından ödün vermek istemezler. Tersi ile karşılaştıklarında da şiddete başvururlar.
Bu koşullarda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, yasal yaptırımlarla, polisiye önlemlerle, elektronik kelepçelerle, kadını erkek şiddetinden korumaya çalışmaktadır. Oysa, bütün bunlarda daha önemlisi zihinlerdeki kelepçeyi kırmaktır. Aileyi öne çıkarıp, “kadın” sözcüğünü bile kullanmaktan kaçınarak koruma politikaları üretmeye çalışmak “ eşyanın doğasına aykırı” bir durumdur.( Başbakanın da, mahkemeleri suçlaması, güçler ayrılığını engel sayarak, yetkiyi tek mahkemede ve tek elde toplamak istemesi ayrıca bir açmazdır. Zaten pek çok yetki, eylemsel olarak elindedir. Ayrıca başkanlık sistemi için bu kadar çabalamasına gerek yoktur. Ülkemizde yaşanan, resmi anlamda değilse bile “fili” anlamda bir başkanlık sistemi gibi görünmektedir.)
Yeniden, kadınlara dönecek olursak:
Kadınları seviyorum. Varlıklarıyla, duruşlarıyla, anatomik yapılarıyla hayatı daha da güzelleştirdiklerine inanıyorum. Diğer yandan da, evde biblo gibi, sokakta cinsel nesne gibi, müzede Tanrıça heykeli gibi görülmelerini istemiyorum. Sözlerimi, Onat Kutlar’ın yazısından bir bölümle ve geçmiş yıllardaki 8 Martlarda Antalya sokaklarında mikrofonlardan çokça okunan “KADIN” şiirimle sonlandırmak istiyorum:
“Kadınların, yaşamın kendisini daha yakından hissettiren; bize sanki yaşamın kendisiymiş gibi gelen varlıklar olduğuna inanıyorum. Eğer yaşam tutkunuz da varsa; yaşamın kendisi gibi gördüğünüz varlıklara yabancı kalamazsınız. Tersi ölüm duygusu verir bana. Hayatımın kadınla ilgili olmayan bir bölümü neredeyse hiç olmadı Ve hayatımın her döneminde bırakın ilgi alanı olmasını, bir tutku olarak hep sürdü. Bir kere her şeyden önce, çok seviniyorum yeryüzünde kadınlar bulunduğu için. İyi ki varlar.”
KADIN (22.01.1997)
Ne yerin dibinde, ne de geride
Erkekle yan yana olmalı KADIN!
Hayatın her türlü alanlarında
En gerçek yerini bulmalı KADIN!
Mal gibi alınıp satılmamalı
Kıyıya, köşeye atılmamalı
Hiç baskı altında tutulmamalı
Yüzüyle, gözüyle gülmeli KADIN!
Kadınlık erdemdir böyle biline
Neler yapılmaz ki onun yoluna
Onu özgür kılan fikrin soluna
Bilincine erip gelmeli KADIN!
Yaşam tek kanatla uçulamıyor
Zorluklar, engeller geçilemiyor
Yürekte sevgiler açılamıyor
Her zaman sevgili kalmalı KADIN!
Sevgi, uyum, erdem kadına özgü
Egemen buyruğu değildir yazgı
Kendi hayatına çizmeli çizgi
Eşini ARKADAŞ bilmeli KADIN!
05.03.2013
Hasan Göztepe