Doğup büyüdüğüm Sivas- Akpınar Köyü’nün türkü sofrasında, Mahzuni’nin türküleri

önemli yer tutardı. “Yuh! Yuh!” sel olup çağlarken, “Amerika Katil Katil!”  kırsaldaki insanlarımıza emperyalizmi  en yalın haliyle tanıtan bir haykırıştı. “Dünya kainattan kopup gelirken/ Adem miyim, hayvan mıyım ben neyim?”  insan olup olmadığımızı sorgulatan bir felsefe olarak bizi düşünmeye yöneltirken, “Hem Kıble’dir, hem Kabe’dir yar bana” diyerek sevgiyi hayatın merkezine koyuyordu. Henüz yazılısını kitaplarda göremediğim “Ne sefalet kalkar, ne kavga biter/ Sosyalist bir düzen kurulmadıkça/ Ne işsiz tükenir, ne ekmek yeter/ Bakan köylü gibi yorulmadıkça” türküsü ise 1970’li yıllarda şiarımız olmuştu.

    2003 yılı olduğunu sanıyorum. Gecenin saat 2.00 sularındaydı. Elimde kumanda, uykusuzluğuma eşlik edecek bir kanal ararken, Kanal 7’de, birden gözüme Mahzuni ilişti. Sahnedeydi. Sazını  kucağına almış konuşuyordu. Karşısında izleyicileri onu dinliyordu. Ak, biraz kıvırcık ve uzun saçlı, 60-65 yaşlarında bir izleyici o kadar güzel konuşuyordu ki, şiir okuyor sanırsınız. Alt yazıda “İslam Çankaya” yazınca hem sevindim; hem de daha heyecanla ve dikkatle dinlemeye başladım. Sevindim, çünkü “Staja Başlama”, “Muhasebecinin El Kitabı” gibi mesleki kitapların yazarıydı. Ben de işim gereği o yayınları muhasebecilere ulaştırıyordum. Bu alanda pek çok kitap vardı, ama İslam Hoca’nınkiler farklıydı. Kitaplarının başına ve iç sayfalarına şiirler serpiştirmişti. Bana göre, sınava hazırlanan bir kişinin, kitabın herhangi bir sayfasında şiirle karşılaşması ve onu severek okuması, sıcak yaz gününde susuzluktan yanarken bir bardak soğuk su içerek yüreğini serinletmesi gibi bir şeydi.

Her iki usta da gecenin geç saatlerine dek, sevginin gücünden, hayatın güzelliğinden, doğanın adaletinden söz ettiler. Ben de o ziyafeti sonuna kadar izledim.

Aradan 3-4 yıl geçti. Mayıs ayının ortalarında, bir kara haberle sarsıldım: Aşık Mahzuni Şerif ölmüştü.

Hemen Antalya, Meltem Mahallesindeki iş yerime indim. İçim doldu. Ağlamaya başladım. Eşim geldi yanıma. Kendince beni teselli etmeye çalıştı. “Ağlama!” dedi. Ağlayamadım. O yaşanması gereken duygu, boğazımda düğümlendi kaldı. Keşke bıraksa da ağlasaydım.

Bir- iki saat sonra kendime gelince, Mahzuni dostu olan yakınlarımı aradım. Baş sağlığı dileyerek acımı ve acılarını paylaşmaya çalıştım. İslam Çankaya’ya ise, o günlerde çokça dinlenen türküsünden bir dörtlük yazıp fakslayarak dileğimi ilettim:

      “Dokunma keyfine yalan dünyanın

      İpini eline dolamış gider.

      Gözlerimin yaşı bana gizlidir

      Dertliyi, dertsizi sulamış gider.”

      Çok geçmeden de, yine yazılı olarak yanıtını aldım: “ Sevgili Hasan! Acımı bu şekilde paylaşman çok anlamlıydı. Teşekkür ediyorum. Yazını yarama merhem olsun diye saklayacağım. İslam Çankaya”

      Aradan aylar geçti. İslam Hoca beni aradı: “Bir Mahzuni Şerif albümü oluşturacağız. Bu albüm Mahzuni için yazılmış şiirlerden oluşacak. Senin halk şiir yazma konusunda becerin var. Yaz, gönder.” dedi.

      Birkaç gün üzerinde çalışarak, yazıp bozarak birkaç dörtlükten oluşan bir şiir yazdım. Gönderdim. Doğru eleştirileri dikkate alarak yeniden düzenledim.. “İnsansız Olmaz” adlı şiir kitabımda yayınladım.  Bir- iki yıl sonra, Antalya’ya dinleti vermeye gelen, oğlu Emrah’a, iletilmek üzere, Lara Sultan Lokantası’nda, “Ulusal Televizyon”’a demeç verirken, yanındaki arkadaşına verdim. Eline ulaştı mı bilmiyorum ama, o günden bugüne,  Emrah Mahzuni’den de; şiirimin yer alacağı kitaptan da bir ses çıkmadı.

      O büyük ozanı, halk ve hak aşığını kendimce şöyle tanımlamıştım:

      “Şu koca yüzyılda Anadolu’da

      Bir daha dünyaya gelmez Mahzuni!

      Çok çileler çekti ama yılmadı.

      Erenler yolundan kalmaz Mahzuni!

 

      İnsanca hayata hayaller kurdu.

      Barışçı yolları gösterdi durdu.

      Haksıza, zalime darbeler vurdu.

      Haksızlıkta hayat bulmaz Mahzuni!

 

 

      Hayata türküyle çağrı yapardı.

      İnsan Kabe idi, ona tapardı.

      Emekçiyi yüreğinden öperdi.

      Silinmez, yok olmaz, yılmaz Mahzuni!

 

      Göksu gibi gürül gürül çağlardı.

      Ulusalı evrensele bağlardı.

      Uygarlığın kaderine ağlardı.

      İnsanlık gülmezse gülmez Mahzuni!

 

      Halkından doğmuştu, halkında kaldı.

      O dostu ozanlar hep örnek aldı.

      Bilimsel görüşte çözümler buldu.

      İnancın tüccarı olmaz Mahzuni!

 

      ARKADAŞ biliyor “ben”di Mahzuni.

      Haklıya, dermandı, candı Mahzuni.

      Yaşayan şöhretti, şandı Mahzuni.

      Gelişir, çoğalır, ölmez Mahzuni!

                                                  01. 12.2008                                          

 

 

 

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here