
Adamlar din ile yatıp din ile kalkıyorlar. Hayatın içindeki sosyal ve sosyolojik unsurlardan biri olan ve olması gereken dini, hayatın kendisi haline getirmeye çalışıyorlar. İşlerine öyle geliyor. “Talkın”la bizi oyalarken kendileri “salkım”ı yutuyorlar. Onların din dedikleri şey, toplumu uyutmak için en kullanışlı unsur. Öyle olmasaydı, bize önerdiklerini kendileri de yaparlardı. Yani, “benim dediğimi yap; yaptığımı yapma” oyununu oynamazlardı. Gerçi son yıllarda dediklerinin de; yaptıklarının da ipe sapa gelir bir tarafı yok ya.
Oysa hayata, egemenlerin ve yobazların taktıkları gözlüklerle değil de bilimin gözlüğüyle bakan insanlar olarak bizler biliriz ki yeryüzüne hiçbir şey gökyüzünden inmemiştir. İnerse yağmur iner; onun da kaynağı yeryüzüdür. Dinleri topluma, gökten inen bir kavram gibi sunmaya çalışanlar bilmelidir ki dinlerin var olma nedenleri de, insan soyunun bilgisinin sınırlı oluşu ile ve yine yeryüzü ile ilgilidir. “Tanrıların Arabaları”nda sözü edilen uygarlıkların da kaynağı yeryüzüdür. Ve yeryüzündeki yapay her şey insanın eseridir. Ama köleci toplum düzeninden bu yana köle sahiplerinden başlayarak dinler, ezilenlerin üzerinde kullarını ıslah etmek için bir sopa gibi kullanılmıştır. Halen de sürmektedir.
Din denince, yapı olarak camiler; insan olarak imamlar; kurum olarak Diyanet işleri Başkanlığı ve müftülükler; ibadet olarak da oruç tutmak, namaz kılmak, Hacc’a gitmek ve günde beş kez kulakları yırtarcasına okunan ezan aklımıza gelir. Okulların, iş yerlerinin, kışlaların ibadet yeri, çocuk-büyük herkesin mürit haline getirilmeye çalışıldığı şu günlerde Cumhurbaşkanı’nın danışmanlarından İbrahim Kalın, bunu, “dini görünür kıldık” diye açıklamaktadır.
Yani, 86 bin caminin, 12o bin din görevlisinin bulunduğu, 11 bakanlığın bütçesi kadar Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesinin olduğu, Ramazanlarda hayatın ona göre düzenlendiği, insanların rahatça orucunu tutup namazını kıldığı, İmam Hatip Okullarının çığ gibi çoğaltıldığı, komşusu aç iken yüz binlerce insanımızın Hac yollarını doldurduğu Türkiye’de din görünür değildi öyle mi?
Yutturamazsınız. Din kendimi bildim bileli görünür durumdaydı. Hem de bir ticaret malzemesi gibi elinde değil, bir ibadet unsuru olarak insanların yüreğindeydi. Siz onu insanların gözüne soktunuz. Vicdanlarda ve Tanrısı ile kendi arasında olması gereken dini alınır-satılır meta haline getirdiniz. Gerici ve ırkçı politikalarınızı uygulamak için, yolsuzlukların üstünü örtmek için dini kullanmanız gerekiyordu. Siz de onu yaptınız, hâlâ da yapıyorsunuz.
Din geçmişte de öyle bir güç idi ki “krallar, hükümdarlar Tanrı’nın yeryüzündeki kullarını ıslah için gönderdiği değneklerdi. Onlara karşı gelinmemesi, isyan edilmemesi” söyleniyordu. Örneğin Kanuni, Fransa Kralı Fransuva’ya, onu küçük görerek, kendisini olağanüstü büyük göstermek için”Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” ifadesini kullanmaktaydı.
Bugünlerde ABD Devlet Başkanı Barack Obama, Baltimore’daki İslam toplumuna ait bir camiyi ziyaret etmiş, halkı “es selamün aleykum” diyerek selamlamış. Din özgürlüğünün öneminden ve Müslümanların Amerika’ya katkısından söz etmiş. Ne dersiniz Obama Müslümanlığı yeni mi fark ediyor? Hayır, dini kötüye kullanıyor. Din, zaten sağ siyasetçilerin, yerel, ulusal ve küresel sermayenin cankurtaran simidi durumundadır. Darda kaldıklarında ona sarılmaktadırlar. Çünkü din onlar için “ruhsuz dünyanın ruhu” değil, halkın afyonudur. (1)
Dini görünür kılmak için bu kadar çaba göstermenize gerek yok. Biz 1930’da yaşanan Menemen Olayı’ndan, 1969’da Yargıtay Başkanı İmran Öktem’in cenazesinde İsmet İnönü’ye yapılan saldırıya; 1978’de yaşanan Çorum ve Maraş kıyımından, İmam Hatip Okulu’nda okuyanlar tarafından Çetin Emeç’in, Uğur Mumcu’nun vb. aydınların öldürülmesine, Madımak Katliamına kadar yaşanan her olayda “dini” gördük. Yani dinin güvencesi olan laikliğin bozuk para gibi harcanmasından sonra “din” o anlamda hep görünür durumdaydı. Öldürenin bir saldırı ünlemi; ölenin de bir sığınma sözü anlamında “Ya Allah, Bismillah, Allah-ü ekber” sloganlarını nasıl bir hûşû içinde bağırdıklarını hep duyduk, duyuyoruz.
Oysa asıl yapılması gereken, tümüyle “mücahit” ve “müteahhit” zihniyetiyle inşaatı geliştirmek yerine, uzun süreli istihdam alanları yaratarak açlığı ve işsizliği önlemekti. Yoksa dini telkinlerle açlığı uzun erimli olarak erteleyemezsiniz. Çünkü “açlık, ahlakı yer” ve “işsiz insan durgun suya benzer, zamanla bozulur.” Bu bozukluk, girdap gibi sizi de yutar.
Son yıllarda da 9 yaşındaki kız çocuğuyla evlenilebileceğini söyleyen, öz kızına bakıp şehvete kapılan, “3 yaşındaki kız çocukları amcalarının karşısına külotla çıkmamalıdır” (2) diyen ve bunun gibi sapıklıkları için Diyanet İşleri Başkanlığından danışmanlık isteyen, fetva yayınlatan zihniyet de ayrıca “dini” yeterince görünür kılmış olmalı.
Siz bunlarla uğraşırken, televizyonlar şöyle bir haberi veriyordu: “Albert Einstein’in 100 yıl önce öngördüğü kütle çekimsel dalgaların evrende var olduğu dün bilim insanları tarafından açıklandı. 1,5 milyar ışık yılı uzaklıkta iki kara deliğin çarpışması sırasında ortaya çıkan kütle çekimsel dalgaların Dünya’daki dedektörler tarafından algılanması bilim insanları tarafından yüzyılın en önemli bilimsel keşfi olarak tanımlandı.”
18.02.2016 günkü Birgün gazetesinin son sayfasında ise şöyle yazıyordu: “İngiltere’deki Southampton Üniversitesi araştırmacıları, temtosaniye lazer ışıklarıyla, dijital ortamdaki bilgileri, 3D nano kuartz üzerine depolamayı başardı. Bu teknik sayesinde depolanan veriler, 14 milyar yıla kadar bozulmadan saklanabilecek. Bir kuartz parçası içerisine 360 terabayta kadar bilgi depolanabilecek. Araştırmacılar, bu yöntemle veri depolama fikri üzerine bir süredir çalışıyordu.” 15.02.2016
…………………………………………………………………………………………………………………………..
(1)“Bir kısım düşünürlerin dini tasfiye için mücadele etmesi, gölge ile boks yapmaya benzer. Öncelik kapitalizmi tasfiye etmektir. Din, sefil halka dayanma gücü veren bir müsekkindir. Bunun gericilik, karanlık, fenalık tanımlaması doğru değildir. Din, ezilmiş kalbin iniltisidir. Kalpsiz bir dünyanın kalbidir. İnsani özün dışa vurumudur.” (Karl Marks)
(2) 12.02.206 /Birgün / sayfa 3