
Bu konuda aslında dünyada onlarca örnek mevcuttur. Komşumuz Yunanistan, batıda İspanya diktatörlüklerle yönetildikleri zamanlarda dikta rejimlerinde turizm olmayacağını kanıtlamışlardır. Yunanistan’da Albaylar cuntası ve İspanya’da Franco faşizmi rejimleri sırasında ülkelerin turizm gelirleri yok denilecek kadar azdı. Bu ülkeler batılı anlamında demokrasiye geçtikten sonra turizm gelirleri artmış ve bugünkü düzeyine erişmiştir. Türkiye ise, bu ülkelerden farklı olarak batının temsili demokrasi standartlarının kat be kat altında kalmıştır. Demokrasiyi sadece sandığa indirgeyen “ilkel” demokrasi anlayışı, içerde oy verenlere hitap edebilmekte, ama turizm gelirleri açısından dışarıdan gelen turiste ve onların geldiği ülkelerdeki insanlara anlamsız gelmektedir. Genellikle örtülü fakat zaman zaman da açık olarak uygulanan dikta uygulamaları Türkiye’de bırakın doğrudan demokrasiyi, temsili anlamda bile demokrasinin hiçbir zaman olmadığının göstergesidir. Turizm gelirleri de buna uygun olarak değişiklik göstermektedir.
Komşumuz Yunanistan ve en batıdaki İspanya uzun diktatörlük dönemlerinden geçmiş ve bu dönemlerde turizm gelirlerinin hiç olmadığı ülkelerdir. Bugün ise bu ülkelerdeki turizm hareketleri, hem turist alan hem de turist gönderen olarak dikta dönemlerinin kat be kat üzerindedirler. Bu iki ülkeye 2011 yılında 73,2 milyon turist gelmiş ve 93.20 milyar dolar turizm geliri elde etmişlerdir. Diğer bir deyişle, ekonomik krizin en yoğun olduğu ve işsizlik gibi verilerde rekorlar yaşandığı 2011 yılında elde ettikleri turizm geliri Türkiye ile kıyaslandığında inanılmazdır. Devletin turizm hareketleri üzerine hemen hemen hiç etkisinin olmadığı, turizm işkolunda sivil inisiyatiflerin ve sendikaların önemli bir rol oynadığı bu iki “kriz” içindeki ülke turizm gelirlerinde dikta dönemleri ile kıyaslanamayacak ölçüde turizm gelirleri elde etmişlerdir. Bu iki ülkenin 2011 yılındaki toplam nüfusu ise 58 milyondur. Buna göre kişi başına düşen turizm geliri 623 Amerikan Dolarıdır.
Aynı dönemde yani 2011 yılında Türkiye’ye 31,5 milyon turist gelmiş ve 23 milyar dolar turizm geliri elde edilmiştir. Şunu da belirtmeden geçmemeliyiz: Türkiye’nin turizm istatistikleri güvenilmezdir. Avrupa’da çalışan Türkiyeli işçilerin Türkiye’ye girişleri ve bir şekilde Türkiye’ye gönderdikleri sermaye de Turizm geliri olarak istatistiklere yansımaktadır. Bu da Turizm gelirlerinde ve turist sayısında aşırı bir fazlalığa neden olmaktadır. Fakat bunu bir tarafa koyalım, Türkiye kendi açıkladığı rakamlarla bile 2011 yılında kişi başına düşen turizm gelirini 307 Dolar olarak gerçekleştirebilmiştir. 75 milyon nüfus, 23 milyar dolar turizm geliri. Parlayan ekonomi, patlayan turizm, turizmde doğan yıldızlar yalanlarının arkasında yatan gerçek budur. Krizin pençesinde kıvranan, ekonomik olarak iflas ettiği iddia edilen, birisi Avrupa’nın en doğusunda, diğeri en batısında yer alan iki ülkenin turizm gelirlerinin Türkiye’nin rekor kırdığı, en parlak dönemini yaşadığı 2011 yılında Türkiye’ye karşı durumları budur. Onların turizm gelirleri kişi başına 623 dolarken bizim 307 dolardır.
Yatırımda kamu kaynaklarının yağmalanan bir şekilde sermayenin değişik kesimlerine aktarılmasını da dikkate almalıyız. Yunanistan ve İspanya’da mantığı bile anlaşılamayacak şekilde, kamuya ait ne varsa hükümetlere ve devlete yakın şirketlere ve şahıslara “tahsis arazisi” adı altında verilmesiyle oluşturulan bir yağma düzeni, Türkiye’de yıllardır sürmektedir. Kamuya ait ve turizme açılabilecek araziler Turizm Bakanlığına devredilmekte, Turizm bakanlığı bu arazileri genellikle turizm ile alakası olmayan, müteahhitlere üzerine ne yapılacağı planları ile beraber 49 yıllığına devretmektedir. Bunun üzerine bir işletme kuran “devlet müteahhitleri” bu işletmelerine turist bulabilmek için bildikleri tek yöntemi, maliyeti düşürerek fiyatları minimize etmek yöntemini kullanmakta ve “Her şey Dâhil” sistemi ile uluslararası tekel tur operatörlerinin istekleri doğrultusunda çalışmaktadırlar. Maliyeti düşürmek ise bilindiği gibi, çalışanların ücretlerini düşürmek, vermemek, otelin kullandığı mefruşattan kesinti yapmak ve yiyecek ve içecekten kesinti yapmaktır. Çalışan maliyetini düşürürken, stajyer ve yabancı stajyer adı altında bedavaya yakın işçi çalıştırmayı, hatta bununla yetinmeyerek kaçak yabancı işçiyi boğaz tokluğuna kölelik koşullarında çalıştırmayı da kastediyoruz. Çalışanlardan yapılan kesinti, iş başı eğitimlerinin olmaması, memnuniyetsiz çalışanlar ve mevsimlik çalışmanın olumsuz sonuçları işin niteliğini düşürmektedir. Gerek mefruşat gerekse yiyecek ve içecek kalitesindeki düşüklük zaman zaman zehirlenmelere, gerekli güvenlik önlemleri alma maliyetlerinden kaçınılmak için güvensiz ortamlar yaratılması sonucu kazalara ve ölümlere sebep olmaktadır. Bunun sonucu da otellerin satış bölümleri, uluslararası tekellerin dayattıkları fiyatlara boyun eğmek zorunda kalmaktadırlar. Bu fiyatların sonucu ise yukarıdaki rakamlardır. Onlar 623 dolar kazanırken biz 307 dolar kazanmaktayız. Onlar kişi başına yıllık düşen 623 doları hemen hemen sıfır kamu kaynağı kullanarak gerçekleştirirken, bizim kamu kaynağı kullanma rakamımız kişi başına 307 doların üzerinde tahmin edilmektedir.
Diktatörlüklerde turizm olmaz. Olursa da böyle olur. Memleketi Avrupa ve Rusya’nın düşük gelir gruplarının yüzme havuzu haline getirerek, bütün sahilleri yandaşlarına peşkeş çekerek, çalışanlarını açlık sınırı altında çalıştırarak ve gelen turistleri bozuk yiyecek ve sahte içeceklerle zehirleyerek…