“Biz, insanın devletleşmesini değil; devletin insanlaşmasını istiyoruz.”
Pestalozzi
Ulusalcı çevreler yıllardır AKP hükümetinin Cumhuriyetin kazanımlarını birer birer yok etmeye çalıştıklarını söylüyorlardı. Bunun yanlış bir saptama olduğunu; fazladan alınganlık gösterildiğini; bu kazanımları yok etmenin AKP’ye bir şey kazandırmayacağını; dolayısıyla böyle şeylerle uğraşılmayacağını; bununla enerji ve zaman kaybedilmeyeceğini düşünüyordum. Ama AKP’den başından beri hiç iyi bir şey de beklemiyordum. Çünkü partinin kurucuları ve geçmişleri, ne yapacaklarının da “teminatı” olarak ortadaydı.
Zaman, hem benim gibi düşünenleri; hem de ulusalcı düşünenleri yanıltmadı. En başta başbakan olmak üzere, tüm hükümet çevreleri her tarafa, büyük bir kinle saldırmaya; amaçlarına ulaşmalarına engel olan ne varsa hepsini birer birer, beşer beşer, onar onar torba yasalarla, kararnamelerle ortadan kaldırmaya başladılar. “Şunu yapmazlar!” diye düşünemiyorum artık. Çünkü hem artık o çevrelerde olması gereken sağduyu yok; hem de gücün ve iktidar olmanın verdiği sarhoşluk çok şeyin düşünülmesini ve görülmesini engelliyor. Zamanın ne getireceğini de yaşayıp göreceğiz.
Bunlara bağlı olarak asıl anlatmak istediğim “andımız”dı. Yirmi beş yıllık öğretmenliğim süresince çocuklara, yönetmeliklerin ve yasaların da bir gereği olarak okutmuştuk. Neden okutulduğu, sözlerin hayatla uyuşup uyuşmadığı, çocukların bundan nasıl etkileneceği konularında hiç düşünmemiştik. Yalnız, biz Türk’tük ama Türk olmayan da vardı. Onlar bundan ne hissederdi? Buna kafa yormadık. “Doğruluk”, “çalışkanlık” gibi özelliklerimiz ne kadar doğruydu? Başka uluslar tembel miydi? “ Doğru” değiller miydi? Bu bir çeşit şartlandırma mıydı? Ortak bir bilinç mi yaratılmaya çalışılıyordu? Bu uygulama o ortak bilinci yaratmaya ne kadar hizmet ederdi? Ulus devlet inşasında, o günün koşullarında buna ihtiyaç var mıydı? Bir ahlak, bir saygı normu geliştirilmeye çalışılıyorsa nasıl olacaktı? Çünkü, ahlak ve saygı tanımlamaları ve davranışları, ulustan ulusa, toplumdan topluma fark etmesi bir yana köyden köye, hatta aileden aileye bile değişiyordu.
Bunlar daha da uzatılabilir, çoğaltılabilir..
Konu, dün Antalya’da da (AKM) biraz konuşuldu. Konyaaltı Alevi Kültür Derneği’nin çağrılısı olarak CHP milletvekilleri Durdu Özbolat ile Hüseyin Aygün vardı. Diğer güncel konularla birlikte “Andımız” üzerinde de konuşuldu. Hüseyin Aygün de hemen hemen yukarıdaki düşüncelere yakın şeyler söyledi. Ama benim, bunlardan çok farklı olarak söylemek istediğim iki şey vardı:
İlki, AKP’nin, Gezi Direnişi ve Suriye Politikası ile kaybettiği prestiji az da olsa yeniden arttırmaya çalışması; gündem saptırarak toplumu oyalaması; daha büyük sorunların gündemden çıkmasının sağlanması ve kendisine meşru bir alan yaratmasıydı.( O alanı “başörtüyü kamuda serbest etmekle” de açmış oldu.)
İkincisi ve bana göre de yıllarca çoğumuz tarafından fark edilmemiş olanıydı.
Mecliste, laiklik, sosyal hukuk devleti vb. konularda milletvekilleri yemin ettikleri halde bu yemine ne kadar bağlı kalıyorlardı? Çocuklardan bunu istemeye hakları var mıydı? Bundan daha önemlisi, neden çocukların varlığı bir başka varlığa “armağan olsun”du? Bu pedagojik açıdan doğru muydu? Başka ülkelerde de ant var mıydı? Çocukların varlığı, bir başka varlığa armağan ediliyor muydu? Bu varlık, onları dünyaya getiren ana-babaları olsa bile..
Ha, bu arada, bunca sorun varken “ant”la uğraşılmasının da, art niyet olduğunu düşünüyor ve doğru bulmuyorum.