Antalya’nın görkemli bir otelinde yapılan “Eğitim Şurası” bitti.

Otel görkemliydi, ama Şurada konuşulanlar, elektriğin buluşundan öncede kalmış düşüncelerdi. Saçma sapan fikirlerini çocuklara dayatmak için bir kaç gün çırpınıp durdular. Öylesine çırpındılar ki, onları medyadan duydukça, gülsem mi ağlasam mı şaşırdım. Kendi daracık dünyalarını, çocuklara kabul ettirme yollarını aradılar. Maalesef bunlara eğitimci deniyordu.

Arapça’dan girdiler, Osmanlıca’dan çıktılar.”Kız- erkek ayrı okusun” dediler, kendi zavallılıklarını sergilediler. Oysa çocuklara doğruyu, güzeli, iyiyi, umudu anlatmanın, dil çeşidiyle ve onları ayırmakla bir ilgisi yoktu. Tarzanca bile olsa anlardı çocuklar.Ruh sağlıkları ve sosyal gelişimleri ise birlikte okumaktan ve birlikte oynamaktan, söyleşmekten geçerdi. El kol işareti yaparak oyun oynar ve birbirlerini çok daha güzel anlarlardı. Sorun dilin adı değil, içeriğiydi. Dil, küf mü kokacaktı, yasemin mi? Kardeşliğin diliyse, elbette yasemin kokardı. Zorun, baskının, kötünün, hırsızın, katilin diliyse eğer, korku kokar, küf kokar, pislik kokardı. Önemli olan buydu. Bütün hafta var güçleriyle geri kayarken, içlerinde bir kaç çocuk olsaydı, onlara söz verilseydi, inanın bana çok daha güzel sonuçlar çıkardı şuradan.

İki yıl önce, özel bir okulda okuyan bir öğrenciye, akşamları ders verdim. Öyle bir okuldu ki, kapısından girer girmez, duvarında kocaman bir tablo, tabloda ak bir atın üstünde heybetli bir padişah, padişahın önünde eğilen kullar. İlk onu görüyordu okula gelen. Ben de bir iş için gittiğimde, bu tabloyla karşılaşınca ürperdim.

Öğrencim, okulda verilen ağırlıklı din dersleri yüzünden depresyondaydı. “Öğretmenim, ben günah mı işledim, cehennemde yanacak mıyım? Anneme bir keresinde yalan söylemiştim, yanar mıyım?” gibi sözlerinden derse geçemiyorduk. Çocuğun eli ayağı titriyor, bana sadece bu konularda soru yöneltiyordu. İki yıl tedaviden sonra ve o okulu da terk edince, kendine geldi, yavaş yavaş iyileşti. Yetenekli bir çocuktu, şimdi şiirler yazıyor. Eğer o okulda kalsaydı, kaybedilmiş bir kişilik olacaktı.

Çocukların hayal gücü, bizim tahmin edemeyeceğimiz kadar geniştir. Büyüklerin anlattığı korkuları, çocuklar hayallerinde, anlatılandan çok daha korkunç olaylar olarak genişletirler. Böylesi bir baskı da çocuğu yaşamdan soğutur, hatta intihara bile sürükleyebilir. Biz öğretmen okullarında okurken, en önemli ders, “Çocuk psikolojisi” dersiydi. Acaba bu dersten de mi vazgeçildi? Şurada öneriler sunan, konuşan kişilerin bu dersi okumuş gibi cümleler kurmadığını gördüm. Ürperdim, geleceğimizden korktum, çocukların sorgulayıcı bakışlarını üstümde duyumsadım. “Neredeydiniz öğretmenim, bizim geleceğimiz karartılırken, siz ne yaptınız?” sorusuna yanıt aradım ve bulamadım. Kendimi suçlu hissettim, çünkü insan yapmadıklarından da sorumludur.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here