Aslında, kültürlerin, uygarlıkların ve barış felsefesinin beşiği ülkemizin savaşa itilmeye çalışıldığı şu günlerde

, cami ile cem evinin aynı bahçe içinde yer alıp almaması gündem oluşturmamalıydı.
Geçmişten bu günlere kadar yaşananlara bakılırsa, işin, inanç özgürlüğü sorunu olmadığı anlaşılıyor. Bu konuda asıl sorun, bir inancı, o inancı yaşayanlara sormadan; egemen inancın kendi istediği şekilde yönlendirmek istemesi sorunu. Bu anlayış, hem bir samimiyetsizlik; hem de, – dolaylı da olsa- bir baskıdır. Ayrıca, sorunu çözmekten çok, toplumun bir kısmını ülkenin acil gündeminden uzaklaştırmaya yarar. Samimi iseler diğer bütün inançlara da aynı yaklaşımı göstersinler. Yani aynı bahçe içine, cemaat kendi kasasından ödeyerek, bir kilise; bir de sinagog yaptırsın. Yaptırsalar da samimi değiller. Samimi olsalardı, Hrant Dink, rahip Santaron öldürülmezdi; katilin önündeki ve arkasındaki örgütler, devlet görevlileri açığa çıkarılır ve mahkum edilirdi. Din dersi zorunlu olmazdı. Maraş’ta, Gazi’de yaşananları hesabı sorulurdu.  Hareket halindeki gericiliğin ne büyük bir tehlike olduğunun anlaşılması için, hiç olmazsa Madımak Oteli’nin müze olması sağlanırdı.
Yaklaşık üç yıl önce, konuyu, www.ozgurantalya.com da “En Uzun Yol” başlığı altında yazmıştım:
Belek’teki “Hoş Görü Bahçesi”nde, cami, kilise ve sinagog var iken cem evi yoktu. İşin aslı, samimiyetten uzak ve göstermelik de olsa bu bir eksiklikti. Neden, Anadolu’nun öz kültürünü, öz inancını yansıtan ve halen de ülke nüfusunun en az yüzde yirmisini oluşturan Alevilerin inanç, ibadet ve kültür yeri olarak gördükleri cem evi yer almıyordu? Unutkanlıkla açıklanacak bir olay değildi. Bu Alevileri yok saymaktı. Bir yandan seçim yasasına yüzde on barajı koyup temsil hakkını engelleyerek; diğer yandan halkın bir kısmının inancını görmezden gelerek bu ülkede barış nasıl sağlanır? Olsa olsa kaos sağlanır. İşte “Gezi Direnişi”, işte dış politikadaki “büyük ve değerli yalnızlık”, içinde bulunduğumuz durumu açıklamaya yeter.
Alevi kanaat önderi ve Cem Vakfı Başkanı Profesör İzzettin Doğan(Bundan sonra ona İzzetullah demek daha doğru olur),  Cem televizyonunda Pınar Işık Rador’un programında konuyu uzun uzun açıklıyor.  Zaten, “Alevi İslam” tanımını kullanması Aleviliği nereye yamamak istediğini gösteriyor. Yaşananlara ve yüzyılların pratiğine bakılırsa, Aleviliğin özü ile din ve İslam örtüşmüyor. Alevilik, bir dinin içindeki bir unsur değil. Alevilik, doğayla, canlıyla, tüm insanlarla bir arada, barış içinde yaşamayı temel alan bir kültür; bir hayat felsefesi; bir yaşam biçimidir. Elbette, bunca zamandır yapılan baskılardan ve egemen dinsel politikalardan etkilenip ya kılık değiştirecek;  ya da kendi özünden kısmen veya tamamen uzaklaşacaktır.  Dinler, ayrıştırıcı olduğu halde, Alevilik, ayrıştırıcı değil, bütünleştirici bir özelliğe sahiptir. O nedenle de, -en azından ülke genelinde- barışı sağlamaya daha çok hizmet eder. Bunlar, birkaç köşe yazısıyla açıklanabilecek kadar kısa ve yalın konular değil. Bu konularda onlarca yıldır her şey yazıldı, çizildi, söylendi.  Ama anlaşılmadı. Doğu ve bilimsel sosyolojik kültüre yeterince sahip olamayanlar;  ön yargısını kırmamış olanlar; kin ve nefret duygularıyla dolu olanlar bunu anlayamazlar. Ayrıca, Alevilik İslam’ın içinde olsa bile, ne devletin; ne de inanç önderi sayılan kişinin, bir inançla ilgili olarak sınırlama, tanımlama ve bir başka inancı öğrenmeye zorlama hakkı yoktur. Devlet vb. kurumlar ancak, bir inanç bir diğeri üzerinde baskı uygulamaya kalktığı ve baskı unsuru haline getirilmeye çalışıldığında, gereken meşru ve yasal önlemleri almakla yükümlü olmalıdır.
……………………………………………………………………………………………………………………………………
Dikili’de birkaç yıl önce düzenlenen dinler arası bir diyalog toplantısında Hristiyan bir din adamı şöyle diyordu:
“Kutsal kitaplardaki sözler insanın zihnindedir; yüreğe inmezse bir işe yaramaz. Çünkü, en uzun yol insanın beyni ile yüreği arasındaki yoldur.”
Gazetelerden biri, Bülent Arınç için “kaset yutmuş adam” demişti. Çünkü, jest ve mimiklerinde;  ses tonunda hiçbir değişiklik olmadan konuşuyordu.  İzzettin Doğan da öyle, kaset yutmuş gibi konuşuyor.  Ve “BEYNİYLE YÜREĞİ ARASINDAKİ YOL ÇOK UZUN!”
Aynı İzzetttin Doğan, 07.04.2013’te, yine Cem televizyonunda şunları söylüyordu:
 “A.B.D’de Museviler’in nüfustaki oranı yüzde iki buçuk, siyasete etkisi yüzde on dört; Rumlar’ın oranı yüzde üç, siyasete etkisi yüzde on’dur.”
Sözün burasında İzzettin Doğan’a sormak gerekir: En az 15 milyon nüfusla, yüzde yirmi orana sahip Aleviler siyaseten yüzde kaç etkiye sahiptir?  Nüfusu oranında söz sahibi olabilmesi için ne yapılması gerekir?  Siz bu siyasi gücün oluşturulabilmesi için ne yaptınız? Caminin içine cem evini hapsetmek bu gücü kazanmaya ne kadar hizmet eder?  Halkın istek ve ihtiyaçlarını dikkate almadan; onlar için bir şey yaptığınızı söyleyip; fikrini ve onayını almadan oldu-bittiye getirilerek yapılan dayatmalar sorunun çözümüne katkı sunar mı?
Siz Fetullah Gülen’le ve cemaatıyla işbirliği yaparak; halkın fikrini almadan bu projeyi – hem de Tuzluçayır’da- gerçekleştirmeye çalışmak bu topluma en büyük kötülüğü ve en büyük ihaneti yapmak demektir.
İzzettin Doğan ve onun gibi düşünenler, bir de şunu bilmeliler ki, nüfusun çok az bir yüzdesine sahip olanlar, siyasette neden bu kadar etkililer?. Ama biz biliyoruz ki, bir ülkenin siyasetinde söz sahibi olmanın yolu, ekonomisinde söz sahibi olmaktan geçer. Söz ve mülkiyet hakkının da güvenceye alınması da yasal güvenceden geçer. Bu maddi bir gerçekliktir. Yani bir ülkede, huzurun, barışın gerçekleşmesi; insanların ekonomik, sosyal ve siyasal konumlarının yasal bakımdan güvenceye alınmasına bağlıdır. (Siz ise,  halkın binlerce yıldır yaşattığı inancını, sakin sakin devlete yamamaya, siyasallaşmış dinsel ideolojinin içinde eritmeye hizmet ediyorsunuz. Bilmelisiniz ki bunun bedeli çok ağır olur.) İşte, temel atma töreni öncesinde Tuzluçayır’da yaşananlar bunun en açık göstergesi. Bu dayatma, ülkeyi, onlarca yıldır birbirinin kanını döken Arap ve Müslüman ülkelere döndürmeye çalışmak olur. Ama bu maya tutmaz.( Siz de, o gerici ve ırkçı ideolojilere hizmet etmiş bir hain olarak tarihe geçersiniz.) Fetullah Gülen’le işbirliği yaparak ve maddi bedelini de cemaate ödeterek cem evi yapmanın, Alevilere ve Aleviliğe ihanet etmekten başka bir anlamı yoktur. Çünkü, bu uygulamadan, ulaşılmak istenen bir sonuç var:
Bu kültürü fiziki baskılarla bozamayanlar,  kültür hegemonyası ile bozmayı hayata geçirmeye çalışıyorlar.
Oysa, yapılması gereken, bu zenginliğin korunması ve yaşatılmasıdır. Toplumlar arası ve inançlar arası barış laikliğin en gerçek anlamıyla uygulanmasıyla sağlanabilir. Laikliği, Bilim ve Teknik Dergisi şöyle açıklıyor:
“Laiklik, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıysa; gerçek ve nesnel olanla, salt inanca bağlı olanın birbirine karıştırılmaması gerekir. Bu, kul ile Tanrı arasına girmemek anlamındaysa, bize dış dünyayı tanıtan bilim ve eğitime dinin sokulmaması anlamına gelecektir. Çağdaş ve bilimsel eğitime dinin sokulması, bilimin yol göstericiliğinden ve çağdaş uygarlıktan uzaklaşmaktır.”
………………………………………………………………………………………………………………………………………
CHP milletvekili Sebahat Akkiraz’ın 10.01.2013 günlü Birgün gazetesinde yayınlanan, 1952 Alevi aileyle görüşmesinden çıkan sonuca göre:
1-Bu halkın yüzde altmışı ancak kendini Alevi olarak tanımlıyor.
2-Yüzde on sekizi Kürt Alevi olduğunu söylüyor.
3-Yüzde onu ”Türkmen Aleviyim!” diyor.
4-Yüzde dokuzu “Müslümanım!”  diyebiliyor.
5-Yüzde üçü kendisini ateist olarak açıklıyor.
6-Yüzde altmış yedisi kimliğini saklamak zorunda kalıyor.
7-Yüzde otuz sekizi özgürce ibadet yapabiliyor.
8-Yüzde elli altısı özgürce ibadet yapamıyor.
9-Yüzde kırk ikisi cem evlerinin yasal statüye kavuşmasını istiyor.
10-Yüzde yirmi yedisi din dersini istemiyor.
11-Yüzde on altısı din dersine asimilasyon olarak bakıyor.
12-Yüzde elli dördü kendisini azınlık olarak hissediyor.
13-Yüzde altmış dördü siyaseten temsil edilmediğine inanıyor.
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün İç İşleri Bakanı Hilmi Güler’e sorduğu sorudan aldığı yanıta göre ise, 31 kentte hiç cem evi yok; toplam 937 cem evine karşın 82 963 cami var.
 “İyi ya işte, biz de cem evi sayısını arttırmaya çalışıyoruz!” mu diyeceksiniz. Yutturamazsınız. Çünkü bu işin doğrusu, ibadet evleri, cem ve kültür evleri halkın da düşüncesi alınarak yapılmalıdır. Devlet bu alandan elini çekmelidir. Laiklik ve demokrasi bunu gerektirir.
………………………………………………………………………………………………………………………………………
Bu yazıyı Tuzluçayır’daki bugün yaşananlardan önce yazmaya başlamıştım. Polisin halka davranışına bakınca bir kere daha gördüm ki, bu proje, inanç özgürlüğünün değil; dini siyasallaştıranların ve bundan çıkar sağlayanların projesidir. Ezilen Aleviliği egemenlerin devletinin ve caminin kapısına bağlama çabasıdır.
Cem evi, caminin eklentisi değildir. Bu kültür minarenin ve Alevilere nefretle bakan sakallı zihniyetin gölgesinde sürdürülemez. Dinin ve inancın siyasallaşması, şimdiye dek bu ülkeye ne kazandırdıysa, bu proje de o anlamda fazlasını kazandırmaya yarayacaktır. Yüzlerce yıldır, katliamlardan, nice yozlaştırma, bozma, dağıtma, bütünlüğünü bozma politikalarından kendisini ve kültürünü koruyarak bu günlere gelmiş olan bu halk, sizden aldığı darbeyi de atlatacaktır. Diğer Anadolu halklarıyla, diğer tüm dünya insanları ve inançlarıyla bir arada, barış içinde yaşamayı başaracaktır.
Bu halk kimseden inayet ve icazet istemiyor. Egemenlerin ve onların yedeğindeki gericilerin, aynı mekanda, inançlarını yaşama konusunda kendilerine baskı yapacaklarını; aşağılayacaklarını biliyor. Onun için de, herkesin, her inancın,” kendi sarayında veya kendi kulübesinde” sultan olmasını istiyor.
Bir de bu projenin içinde “aş evi” var değil mi? N’olacak? Açlara yemek dağıtılacak. Hiçbir dönemde, hiçbir ülkede ve Osmanlı’da da, yemek dağıtılarak açlık ve yoksulluk ortadan kaldırılamamıştır. Kaldırılamaz da! Çünkü,  sistem yoksulluk üzerinden iktidarını sürdürebilmektedir. Çıkarcıların da bu sistemin böylece sürüp gitmesine çok fazla gereksinimi var. Zaten onları yaratan da bu sistemdir. İnsan bindiği dalı kesmez. İnsan sırça saraydaki rahatından ödün veremez.   Asıl yapılması gereken, açları yemek dağıtarak doyurmak ve bunların kendisine bağımlı olmasını sağlamak değil; açlığı ve yoksulluğu ortadan kaldırmaktır.
Egemenler halkın sorunlarını çözmez, çözemez, çözmek istemez. Tarihsel olarak ve işin doğası gereği böyle bir işlevi yoktur. Bir demokrasi oyunu oynanıyor.” Şu koşullarda demokrasi, iki kurtla bir kuzunun akşam yemeğinde ne yenileceğini oylamasıdır. Özgürlük ise, tam teçhizatlı bir kuzunun bu oylamayı reddetmesidir.”
08.09.13
Hasan Göztepe
NOT: Şu anda Cem TV “Krat Kardeşler- Kurt” belgeselini yayınlıyor. Biz bunu “Gezi”den ve “Penguen Belgeseli”nden biliyoruz. Bu tutum, sizin de, aylardır kınadığınız, “yandaş medya”nın yanında yerinizi almaktan başka bir işe yaramaz. Bundan sonra televizyonunuzu izlememeye çalışacağım. Sayın Pınar Işık ve sayın Celal Toprak! İkinizin de İzzetullah gibi düşünmediğinize inanmak istiyorum. Çünkü, bütün programlarında, “yandaş basın”; “özgür basın” diyen sizlerden,  “özgür basın” ve “özgür insan” davranışı beklenir.  (15.30)      
      

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here