Evet bu dünyadan Nazım geçti. 3 Haziran 1963’te dünyanın yıldızı kayıverdi.
Hâlâ izinin ışığı insanlığı aydınlatmaya devam ediyor. Antalya’da gençlikle birlikte, ANSAN’ da Nazım’ı andık. Gençlik iyi hazırlanmıştı, birbirinden değerli sunumlar yaptılar. Nazım “Halkın bir gün mutlaka Gayrık yeter”diyeceği umudunu hiç yitirmemişti. Bir kaç gündür yapılan eylemler, Avrupa’nın “Yüzyılın eylemi” dediği olaylar, acaba “Gayrık yeter midir?” umarım öyledir. Başlangıçta öyle görünüyor. Yine Nazım’ın dizeleriyle “Halk güneşi zapta çıktı mı dersiniz?
Ama bu biraz da biz sol duyulu insanlara bağlı. Bu ayağa kalkışı örgütlemeli, ama halkın devrimine çevirebilmeli. Ayrıca “Zafer “naraları da atmamalı. “Zafer ” savaş çığlığıdır. Biz barıştan yanayız. Savaş tümceleri kurmaktan kaçınılmalı diye düşünüyorum.
Evet bu dünyadan Nazım geçti. Yalnızca ülkemizde değil, tüm dünya halklarına, ezilmişlere umut olmayı sürdürüyor. Dünya durdukça da güncelliğini yitirmeyecek. Öyle görünüyor ki, her yüreği yanan onun dizeleri ile avunacak. Hani yaygın bir öykü vardır. Bulgaristan köylüsünün Nazım için “Bu nasıl şair, ne dediyse anladım” deyişi. Nazım ne yazdıysa halk için yazmıştır, ne yazdıysa halk onu anlamıştır. Dizeleri halkların elinde meşale olunca, iktidar hırsıyla yananlar rahatsız olmuştur.
Başka bir öykü de İngiltere’den, bir kaç üniversite öğrencisi Türkçe öğreniyormuş. Bizimkilerden birisi şaşırarak sormuş. “Neden Türkçe öğrenmeye çalışıyorsunuz?” Onlar da “Nazım’ın şiirlerini okuyoruz, çok güzel, ama çeviri. Acaba kendi dilinde ne kadar güzeldir. Biz Nazım’ın şiirlerini kendi dilinde okumak için Türkçe öğreniyoruz” demişler.
Nazım’dan önce kadınlar şiirin nesnesiydi. Baştan çıkaran, yürek acıtan, aşık olunan v.s olarak edebiyatın içindeydiler. Nazım ilk kez kadını şiirinde özne yaptı. Tam ortasına koyarak, kadının edebiyatta kenar süsü olmasına son verdi. “Soframızda yeri öküzümüzden sonra gelen” dizelerinin içerdiği anlam, tam da kadının ikincil durumunu en çıplak şekilde ortaya koyar. Bu dizeyi kaç sayfa roman ya da kaç kitap anlatabilir?
Sofrada yeri bile olmayan kadına “Hoş geldin kadınım, hoş geldin! Gümüş leğenim yok ki ayacıklarını yıkayayım” diyerek, tabuları tersine çeviriverdi. Evet bu dünyadan Nazım geçti, öyle bir geçti ki, ona yetişmek için yüz yıl koşmak gerekecek. Bu bir abartı değil, biz henüz şiirden sözcükleri ayıklamakla meşgulüz. Şairin emeğine bile saygıyı öğrenemedik. Sanatı hele hiç. O da ne?
Sanatın halkı uyandırmasından korkan bir iktidar var. Bu iktidar, yalnızca sanattan değil, insanı uyandıran her türlü bilgiden, bilimden korkuyor. Onun elinde sadece sopa, gaz v. s. var. Oysa korkunun ömrü de mum alevi gibidir. Ortadan kalkar kalkmaz, etkisi biter. Şunu unutuyorlar “En büyük korkunu yaşayınca, artık hiç bir şeyden korkmazsın.” Halk en büyük korkusu olan açlığı yaşadı. Gençler işsizliği yaşıyor, sistemin başarısızlığını, kendi başarısızlığı sanıyor. Özgüvenleri kayboluyor, pırıl pırıl gençliğin. Bu dünya her şeyi taşısa da açlığı uzun süre taşıyamazdı. Şu anda buradan örgütlenmek gerekmez mi? Nazım’ın “İlk şiirim” dediği dizelerle bitiriyorum.
YANGIN
Yakıyor, yıkıyor, büyük bir gürültü ile
İnsanlığın düşmanı
Kolları arasında ezerek,
Evleri, anaları , yetimleri.