4 Mayıs günü, bir ışık daha söndü zamansız, bir çiçek daha toprağa düştü mevsimsiz.
Kadın Doğum Uzmanı Ahmet Ünek, gül zamanı, erguvan zamanı terk etti bizi. “Gitme zamanı değil” diye, çığlık çığlığa öten bülbüllere aldırmadan kayboluverdi aramızdan. Uncalı mezarlığı, harman harman güldü. Havada savrulan çiçek kokusuydu. Karışıverdi onların arasına. Ölüm yaşı değildi ki daha, Nazım misali 63’ndeydi henüz. Hayat arkadaşı Gül’ün elinde sıcaklığı duruyordu hâlâ. Torunu Ganeş, anlamaya çalışıyordu, dedesinin nereye uçtuğunu. Kızları mahzun, gözleri yaşlı “O çok iyi bir babaydı” diyorlardı durmadan.
Yalnız onlar değildi çığlık çığlığa “henüz erkendi” diyenler. Mezarlıkta, erkekten çok kadınlar vardı. Bu alışılmadık bir durumdu. Mesleğini parayla kirletmeyen, Ahmet Ünek’in hastalarıydı bu çığlıklar. Bir kadın Gül’e hesap soruyordu “Beni kanserin elinden alan doktorumu, sen niye kurtaramadın?” diye. Hepsi de söz birliği etmişçesine “Bizden para almazdı” diyorlardı. Arkasında bu denli sevgi seli bırakabilecek, böylesi insan sayısı ne kadar azdı. İnsanın değerinin her gün azaltıldığı zamanda Ahmet ünek, aldırmamıştı paraya, pula. Onun bütün değeri insandı. Çünkü o gerçek bir insandı. Daha iki ay önce, hasta yatağından kalkıp giderek, kimselere bırakamadığı hastasının tedavisini yapmıştı.
Eşi Gül, şaşkındı, henüz onun yokluğuna alışmaya hazır değildi. Ahmet Ünek Hakkında konuşturmak istedim. Eşini anlatırken, aşkı tazecikti. “Bi tanem, 42 yıl ne zaman geçiverdi?” diyordu da başka bir şey diyemiyordu. “Doğum tarihi gün olarak belli değil. Annesi ‘ sel geldiğinde doğdu’ derdi” diye başladı. Ahmet Ünek de her Anadolu çocuğu gibi, önemli bir doğa olayıyla anılıyordu. Dokuz kardeşin en küçüğüydü. Annesinin doğurganlığı biterken çıkagelmişti. “Gökten zembille indi” diyerek seven annesi, ona ayrıcalıklı davranmıştı. Belki ondandı bunca sevgiyi yüreğine doldurabilmesi. Bundandı insanı sevip insan için emeğini dökmesi. Bundandı belki gül zamanı, kuş misali uçup gitmesi.
Ferhat’ın sevgi için, insan için dağları, taşları delerek, çağıl çağıl sular indirdiği, Amasya’da doğmuştu. Ondandı belki de insan sevgisi. Karadeniz’den Akdeniz’e savrulması. Ondandı belki her başarısında, oradan oraya sürülmesi. Ödül yerine, sevdiklerinden uzaklarda çalıştırılması. Ondandı belki maddeye tamah etmeden, insana yatırım yapması. O bilirdi ki Mayıs, nice çiçeklerimizin solduğu, nice fidanların kırıldığı, gök ekinlerin biçildiği aydır. Bundan seçmişti belki de göç zamanını. Denizlere, Hüseyinlere, Yusuflara kavuşacaktı şüphesiz. Acelesi vardı, haksız göç ettirilen fidanların hatırını sormaya. Alışıktı ne de olsa yaraları sarmaya. Halkın doktoruydu o. Sıradan bir günü seçemezdi, ille de Mayıstaydı gözü.
Ahmet ve Gül Ünek’i tanıdığımda “işte dedim, yaşamımın sonuna dek, gözlerine bakabileceğim dostlarım.” Bu denli çabucak ayrılacağımızı hiç düşünmedim. Ahmet Ünek, kanseri yenerdi. Çünkü yanında Gül vardı. Oysa söz bu kadar çabuk bitecekmiş. Benim tümcelerim yetmeyecekmiş, hüznümüzü anlatmaya, giden dostu tarif etmeye. Söz bitti, ama sevgimiz bitmeyecek. Özlemimiz çoğalacak her gün. Rahat uyu Ahmet Ünek, ışıklar içinde yat. Sen de çok üşürdün benim gibi. Bundan sonra artık hiç üşümeyeceksin sıcacık yüreklerin içinde.